2002’den bu yana Simon Posford’un Shpongle ve Hallucinogen projeleriyle birlikte çalışmaya başlayan İngiliz plak yapımcısı ve müzisyen OTT’yi belki de birçoğumuz Shpongle’ın Around The World in A Tea Daze parçasına yaptığı remix ile tanıdı. Yaptığı remix ile parçanın temposunu kendi müziğinin dingin hareketliliği ve çok sesliliği ile besledi. Bu süreçte de OTT’nin kendi sound’una olan merakımız bir miktar büyümeye başladı.
Yaptığı albüm kayıtlarıyla da müziğini tanıdıkça Psybient ve Psychill’in çok sesli yönüne nasıl ustaca ivmeler kazandırdığını dinleme ve görme fırsatımız oldu. Kendi çalışmalarında orijinalliğinden hiçbir şey kaybetmeyen OTT, belki de Tesla’nın elektriğe getirmeye çalıştığını, psychedelic müziğe getirme girişimindeydi: köklerden beslenen alternatif bir akım (sound) oluşturmak.
Geçirdiği tuhaf bir kaza sonucunda iki yıl boyunca evde tıkılı kalıp, zamanını sadece seslerle oynayarak geçiren OTT, sürecin sonunda ilk solo albümünü çıkardı. OTT olarak da Psybient/Psychill dehlizinin kendi adına ilk meyvesini almış oldu.
Orijinalliği ile merak cezbeden, yeteneği ile saygı uyandıran bu müzisyenin matematiğini, çevirisini yaptığım Psybient.org sitesindeki röportajı ile bir de kendi ağzından dinleyelim.
Müzik ile ilgili hatırladığın ilk çocukluk hatıran nedir?
Muhtemelen Simon ve Garfunkel’ın “Bridge Over Troubled Water“ından bir parçaydı bu. Ben bebekken büyük bir hit oldu ve annem sürekli bu parçayı çaldığı için ruhuma işlenmiş hissediyorum. Fakat en etkili müzikal anı Kraftwerk tarafından yapılmış olan “Autobahn” parçası olurdu. Annem erken dönem elektronik müzik hayranıydı ve O’nun sayesinde çok erken yaşta Kraftwerk ile tanışma fırsatım oldu.
Üretim sürecini ilk ne zaman görmeye başladın?
Beş yaşındaydım ve televizyonda The Sweet’in Top 5 listesini izliyordum. O an o programı izlerken dünyanın en iyi işinin müzik üretmek olduğunu anladım ve daha o yaşta ileride bir müzisyen olmak istediğime karar verdim. Kayıt cihazlarıyla uğraşmaya başladığımda 12 yaşındaydım ve kısa bir süre sonra yaşıyor olmak için ses kaydetmemin gerekli olduğunu anladım.
Peki, müzikle gerçek manada uğraştığın ilk anın nedir? Şöyle bir geriye baktığımızda neler söylemek isterdin?
Ebeveynlerim ben 12 yaşındayken bana küçük bir elektrikli org aldı. Ölçütlerin ve armonilerin uyumu, matematiği beni büyülemiş olsa da bana gerçekten ilham veren şey sesleri birkaç eski kasetçalarda katmanlamak ve mixlemekti. Fakat asla bir piyanist ya da gitarist olmak istemedim. Daha çok kayıt stüdyolarından etkilendim. Birkaç yıl sonra da bazı psychedelic deneyimleri keşfedince benim için her şey yerine oturdu.
“Müzik endüstrisi yapmak istemediğim şeyler hakkında çok şey öğretti”
Başlangıca dönelim, mühendislik günlerine. Bu oluşturucu yıllar hakkında konuşabilir misin, bugün olduğun kişiye nasıl şekil verdin?
Aslında daha önce beş yıl boyunca çok kötü bir klavyeci olarak klavye çaldım. Bir sürü konserde yer aldım ama hiçbirinde kendimi oraya ait hissedemedim. 90’lı yıllara kadar hayatın beni es geçtiğinin farkına varamadım ve bir kayıt stüdyosunda iş bulmaya karar verdim. Mütevazı başlangıçlardan geldim, korkunç grupları rezalet stüdyolarda kaydediyordum, eninde sonunda meşgul ve talep gören freelance bir ses mühendisi oldum.
Zaman baskısı ve yaratıcılık farkı altında başkalarının müziği üzerinde çalışmak büyük bir eğitim oldu. Müzik endüstrisini yakından görme fırsatım oldu ve bana yapmak istemediğim şeyler hakkında çok şey öğretti.
Kendi müziğinizi serbest ve yaratıcı bir şekilde yapmaya karar vermek için katalizör olan şey neydi? Birçok tarzdan etkilenen bir ses mühendisi olduğun düşünülürse, seni etkileyenlerden hangilerini dışa yansıtacağına nasıl karar verdin?
1997 yılında kötü bir kaza geçirdim ve bir süre ne sırtımın üzerinde yatabildim ne de ayakta durabildim. Yapabileceğim tek şey önümüzdeki iki yıl boyunca tek bir pozisyonda yatıyor olmaktı. Bu süreçte tüm kariyerimi düşünme ve izleme fırsatım oldu. Kendimi meşgul etmek için evdeki stüdyo ekipmanımı bahçenin kapısına yakın yerde düzenledim ve zamanımın hepsini sesler ve ritimlerle vakit geçirerek harcadım. Bu deneyler sonunda ilk solo albümüm ortaya çıkmış oldu: Blumenkraft.
Bu ilk solo albüm başlangıcından bu yana müziğinde açıkça bir dub sound yer alıyor. Dub sound ile olan müzikal ilişkini biraz anlatabilir misin?
Kız kardeşim 1980’lerde reggae ve dub sound’lar dinliyordu, o zamanlar bu türlere pek fazla ısınmamış olsam da müziğime etki ettiği de aşikâr.
Ambient ve Chill Sound’lar
Peki ya Psychedelic müzik ve ambient ile olan müzikal ilişkini biraz açıklar mısın?
1970’lerde annemin Kraftwerk ve Wendy Carlos albümleri oldu, bu da sentezleyicilere olan ilgimi başlattı. 1980’lerde -ilk gençlik yıllarımda- müzik koleksiyonum elektronik müzisyenlerin “ikinci dalgası” diye tabir edilen müzisyenlerle doluydu. Depeche Mode, Yazoo, Human League, OMD, Gary Numan vb.
80’lerin sonlarında 90’ların başlarında müzik zevkim acid house’a kaydı ve daha sonraları psychedelic müziğin ambient ve chill soundlarıyla şekillendi.
Bütün müzisyenler müziğe dinleyici olarak başlar. Müzik yapmaya başladığında niyetin neydi?
Müzik yapmama sebep olan şey daha önce duymadığım sesleri bir araya getirmeye çalışmaktır.
Peki, üretim sürecin içerisinde değişimi hissettiğin noktalar oldu mu?
2001 yılında başka müzisyenlerin müziklerine dokunarak onlara çeşitlilik getirmeyi istediğim bir başlangıç dönemim oldu. Özellikle Psychedelic türündeki bazı işlere dokunmak ve dönüştürmek istedim. Bu benim için büyük bir aydınlanma haliydi. O zamandan beri ne kadar az şeyi umursadığımı tahmin edemezsin.
Blumenkraft albümünün ilk açılış parçası olan Jack’s Cheese and Bread Snack şarkısı sanıyorum ki sevdiğim bir müzisyene ait en iyi tanıtıcı işlerden biri olmalı. Bu parçayı yaparken zihninde neler vardı?
Bitirmek sonsuza kadar sürecek sandım. Şarkının temelini kolayca bir araya getirebiliyordum ama hiç bitmiş gibi tınlamıyordu. Katman üstüne katman ekleyip tempoyu ve ritmi değiştirmeyi denedim ama ne yaparsam yapayım bitmiş gibi tınlamıyordu. Bir gün arkadaşım Daz beni ziyarete geldi, kendisi bass gitarını her zaman arabada tutardı. Ona şarkıyı dinlettim ve dedi ki: “Harika sesler ama senin basa hattın boktan” Ve haklıydı.
Daha sonra şarkı için biraz bass gitar çalmayı önerdi. Duyduğun şey, O’nun tek seferde bass gitarda çaldığı şeydi ve sonunda yaptığım şarkı ile O’nun bass seslerini karıştırarak şarkıyı bitirmiş oldum.
Peki, üretim sürecin zamanla nasıl değişti?
Pek değiştiği söylenemez aslında. 30 yılı aşkın süredir sahip olduğum bazı synth’larım var ve 1990’dan beri Cubase kullanıyordum. Bazı yeni parçalara sahibim ve yazılım güncellemeleri ile ben de güncel kaldım. Ancak stüdyomun temel çekirdeği kendi sound’umun da çekirdeğini oluşturur.