Yeni Zelanda’da kurulmuş Kotare Köyü, Koanga Enstitüsü’ne ev sahipliği yapıyor. Bu köy ise organik ve permakültür bahçıvanı olan Kay Baxter tarafından kurulmuş. Çernobil‘deki nükleer patlama Kay’in hayatını değiştirmiş. Bunun sonucunda, atalık tohum toplama ve arama macerası başlamış. Bir yerel bahçe kulübüne katılması ile bir çanta atalık fasülye tohumu ona hediye edilmiş. Süreç, bu çantadan Koanga Enstitüsü’ne kadar gelmiş. Şu anda, enstitü 800’den fazla atalık tohum koleksiyonuna sahip.

Kay, “Bitkiler ve tohumlar bir şekilde insanlara dokunuyor. 100 yıl önce sahip olduğumuz tohumlardan yüzde bir ile beşini aldık. Birisi onları hayatta tutmalı. Endüstriyel yiyeceklerin nesiller boyunca sağlığımızı koruyamayacağı artık çok açık. Bu yüzden atalık tohumlar geleceğimizin anahtarı” diyor.

Kotare Köyü kapıları, katkıda bulunmak, öğrenmek, yardım etmek isteyenlere her zaman açık. Yeter ki tutkuları olsun! Dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçiler, permakültür tasarımı ile mümkün olan en besleyici yiyeceklerin nasıl yetiştirilebileceğini öğrenmek ve yemyeşil vadide yaşamanın önemi hakkında bilgi edinmek için buraya geliyorlar.

Kay, “Bu tohumlara yeterince değer vermezsek onları kaybedeceğiz ve geleceğimiz için onlara ihtiyacımız var. Doğal yapısını kaybetmemiş temiz gıdalara sahip olmalıyız. Besin değeri yüksek gıdalara ihtiyacımız var. Endüstriyel süreç besinlerin doğal yapılarını kaybetmesine neden oluyor. Böylece DNA’mıza zayıf etiketler yerleşiyor ve hastalanıyoruz, yeni nesil hastalanıyor” diyor

“Artık ortamın genetik ifadeyi belirlediğini biliyoruz. Esasen, süpermarketteki gıdalardan ihtiyacınız olan beslenmeyi alamazsınız çünkü besin açısından yüksek değildir ve iki nedenden dolayı besin açısından yüksek değildir. Biri büyüdüğü yer ve diğeri de gıdanın yetiştirildiği genetiktir” diye de ekliyor.

Atalık tohum önemi

Organik, atalık tohumlar, tahıllar ve meyveler mikrobiyal yaşamla dolu, yüksek oranda mineralli topraklarda yetişen yiyecekler en iyi gıdalardır. Bob ve Kay, kendi kendine yeterlilik konusundaki fikirlerini ileriye götürerek seyahatleri dışında, köy dışından bir şey almama sözünü vermişler. Oldukça kısa bir alışveriş listesi kullanmışlar. Mesela; kesinlikle un ve şeker listede yoktu. Buğday unu artık kullanmıyorlar. “Bazı tahılları kullanıyoruz ama onları tam tahıl olarak yemek eğilimindeyiz.” Tatlandırıcı için ise stevia bitkisini yetiştiriyorlar.

“Kendi yemeğinizi yetiştirmeyi ilk düşündüğünüzde, vazgeçemeyeceğiniz şeyleri veya ne kadar zor göründüğünü hemen düşünüyorsunuz” diyor Bob. “Daha emin olduğunuzda ise bunun büyük bir dram olmadığını da anlıyorsunuz.”

Her gün uzun ömürlü, besleyici ve lezzetli bir şey olduğundan emin olmak için yapılması gereken çok iş var. Para kazanarak ve başkasının yapması için onlara para ödeyerek, bunu kolay bir şekilde yapmanın bir cazibesi var. Ancak Bob, kendi kendine yeterli olmanın anahtarının paraya olan ihtiyacınızı azaltmaktan geçtiğini söylüyor ve bunu yapmanın kolay bir yolu var diye de ekliyor.

İnsanlar ve tohumlar birlikte yaşamak zorundalar

“Bu esas olarak evde kalmakla ilgili! Dışarı çıkarsanız cebinizden çıkıyor. Bu birçok insan için zor ancak anlamlı değişiklikler yapmak kolay. Herkes kendi kendine yetmek istemiyor. Herkes yerel, besin açısından yüksek gıdalar satın almakla meşgul olabilir. Bu, bizi tohumlara geri getiriyor. İnsanlar ve tohumlar, büyük işletmeler gıda üretimine katılmadan önce olduğu gibi birlikte yaşamak zorundalar.

Birbirimize ihtiyacımız var. Endüstriyel dünyada onlardan ayrıldık ve onları tekrar yaşamlarımıza katmadığımız sürece kurtaramayacağımızın farkına vardık. Tohumlar topluluklara aittir, bu yüzden muhtemelen tohumları hayatta tutmaya adanmış bir insan, köyünde ihtiyaç duyacaktır.

Normal bir maaş veya çalışma saatine bağımlı olmamalarını gerçekten umursamayan insanlar olmalı ve bunu yapabilmenin tek yolu basitçe yaşamaktan geçiyor. Toprak ana ve tohumlarımız ile birlikte evrim sürecinde geri adım atmamız gerçekten önemli. Bunun ileriye dönük bir yolculuk olduğuna inanıyoruz.”

Kaynak: Stuff