Neden hâlâ Chris McCandless hakkında konuşuyoruz?
Kimine göre kahraman, kimine göre bir aptaldı.

Kimine göre kahraman, kimine göre bir aptaldı.
Bir zamanlar hepimizin izleyip gaza geldiği, kimimizi yollara vuran, kimimizi hayallere sürükleyen Into the Wild eserinin kahramanı Chris McCandless, ölümünden bunca sene sonra bile konuşulmaya devam ediyor. Gerçekte nasıl öldüğü, ardında bıraktığı otobüse oluşan hac yolu gibi tartışmalı konular peşini bırakmıyor. TreeHugger‘da yayınlanan 2019 tarihli “Why Are We Still Talking About Chris McCandless?” başlıklı yazının çevirisini okuyarak tüm olayın sürecini öğrenebilirsiniz. Ayrıca Haziran 2020 yılında da güvenlik gerekçesi ile Alaska’daki otobüs daha güvenli bir yere götürüldü.
1992 yılının Ağustos ayında, geyik avcıları Alaska’nın Denali Milli Parkı yakınındaki doğanın derinliklerinde terk edilmiş bir otobüste genç bir adamın cesedini buldular.
Ceset, Chris McCandless olarak tanımlandı. 24 yaşındaki genç, zengin bir Virginia ailesinden geliyordu. İki yıl önce, McCandless ailesiyle bağlarını kesti. 24 bin dolarlık birikimini bağışladı ve batıya doğru gitti.
Yolculuğu, onu sonunda Alaska’ya kadar getirdi. Burada, yabani doğada yalnız başına yürüdü. 100 günden fazla zaman geçirdi. Avcılık ve toplayıcılık ile yaşam sürdü.
Vücudu, ölümünden haftalar sonra bulunduğunda McCandless 67 kilo ağırlığındaydı. Alaska eyaleti görevlileri, açlığı, resmi ölüm nedeni olarak belirttiler.
Yazar Jon Krakauer, McCandless’ın trajik hikâyesini, Outside dergisinin Ocak 1993 sayısında ve daha sonra aynı isimle ödüllü bir filme ilham veren, en çok satan kitabı Into the Wild‘da paylaştı.
Bazı insanlar için McCandless’in hikâyesi, doğanın sert gerçekliğinin ve insanlığın onu evcilleştiremediğinin bir hatırlatıcısı olarak basitçe bir uyarı masalıydı.
Ancak yolculuğundan en çok etkilenenler iki ayrı tarafta gruplaşma eğilimindeydiler: onu medeniyet ve tüketici kültürün kısıtlamalarından uzak bir hayat yaşamaya cesaret eden kahraman bir figür olarak görenler ve Alaska yaban doğasına hazırlıksız olarak giriştiği ve sayısız başkalarına da aynısını yapma konusunda ilham verdiği için eleştirenler (1).
Ölümünden 23 yıl sonra, insanlar McCandless’ı hâlâ konuşuyor. Ölüm nedenini tartışıyor. Seçimlerini kınıyor (2). Her şeyi nasıl geride bırakıp yabani doğaya yürüyebildiğine kafa yoruyorlar.
Chris McCandless’in öldüğü otobüs, 1960’larda Denali yakınlarındaki bir ormana nakledildi ve bir yol inşa eden ev işçilerine ranza ve bir ocak kuruldu. Proje asla tamamlanamadı, ancak otobüs kaldı. McCandless, bu otobüsün içinde aylarca yaşarken, ona, “Magic Bus” ismini vermişti.
Ölümünden sonra Krakauer ve McCandless’in ebeveynleri otobüsü helikoperle ziyaret etti. Oğullarını anmak için buraya bir tabela yerleştirdiler. Ziyaretçileri “mümkün olan en kısa sürede ebeveynlerini aramaya” teşvik eden bir notla bir acil durum kiti bıraktılar.
Otobüsün içinde, notlar içeren bir bavul var. Defterlerinden birinde Krauer’in yazdığı bir not bulunuyor: “Chris, Hatıran hayranların ile birlikte yaşayacak. Jon.”
Bu hayranlar, Fairbanks 142 nolu otobüsünü McCandless’a ait bir türbeye dönüştürdüler. Defterler ve otobüsün duvarları, “McCandless hacıları” tarafından çizilen alıntılar ve müziklerle dolu.
Yerel halkın tahminlerine göre bu hacıların yüzden fazlası her yıl geliyor. Diana Saverin de 2013 yılında Outside dergisinde kendi yolculuğunu yazdı.
“Sihirli Otobüs”e yaptığı kendi yolculuğu sırasında Saverin, Teklanika Nehri boyunca uzanan bir grup yürüyüşçü ile karşıladı. Yani, McCandless’in ölümünden yaklaşık bir ay önce medeniyete geri dönmesini engelleyen ve 29 yaşındaki Claire Ackermann’ın, otobüse ulaşma girişimi sırasında, 2010 yılında boğulduğu nehir.
O zamandan beri hem Ackermann ailesi hem de Chris McCandless ailesi, nehri geçmeyi daha güvenli hale getirmek için bir yaya köprüsünün yapılması için uğraştılar ancak yerli halk böyle bir hareketin sadece daha fazla insanı başa çıkamayacakları yaban hayatına girmeye teşvik edeceğinden endişe etti.
Otobüsü daha erişilebilir olacağı bir parka götürmekten hatta yakıp kül etmekten bahsediliyordu.
İkincisi bir yabancı için aşırı görünse de böyle bir hareket, bazı Alakskalılar için rahatlama getirecekti. Bir asker Saverin’e, bölgede yapılan kurtarma çalışmalarının yüzde 75’inin otobüse giden patikada gerçekleştiğini söyledi.
Bir asker Saverin’e verdiği demeçte: “Onların içinde, o otobüse gitmelerini sağlayan bir tür içsel bir şey. Ne olduğunu bilmiyorum. Anlamıyorum” dedi.
Çevrimiçi bir haber sitesi olan Alaska Dispatch News‘de McCandless hakkında hoş olmayan sayısız makale yazan Craig Medred, hacıları da McCandless’in kendisi kadar eleştirdi. Yine de hacılar gelmeye devam ediyor ve birçoğu, McCandless’a adanmış internet sitelerinde, yolculuklarından hareketli hikâyeler paylaşıyor. Ancak bazıları için otobüs arayışı sadece hayal kırıklığıyla sona ermekteydi.
2010 yılında, Chris Ingram, McCandless’in ölüm yerini ziyaret etmeye çalıştığında, Claire Ackermann’ın ölümünden sadece birkaç gün sonra oraya vardı ve otobüsün hayatına değmediği sonucuna vardı.
“Chris’in hikâyesini ve kendi hayatımı düşünmek için yol boyunca çok zaman geçirdim” diye yazdı. “Yabani doğa sadece bu, yaban. Değişmeyen, affedici olmayan, kendi hayatınızı bilmiyor ve önemsemiyor. İnsanın hayallerinden veya umurlarından etkilenmeyerek kendi başına var olur. Hazırlanmamış ve farkında olmayanları öldürür.”
Eleştirmenler, ödüllü yazar Krakauer’ı, trajik hikâyeyi romantikleştirerek otobüse sürekli hacı akışına sebep olmakla suçluyorlar.
Fairbanks Daily News-Miner‘ın köşe yazarı Dermot Cole, “Ölümü abartıldı çünkü hazırlıksızdı. Alaska’ya gelip bunu yapamazsın” diye yazdı.
Bununla birlikte, birçok insan McCandless’in hazırlıksız ve outdoor deneyimi nedeniyle öldüğüne inanırken; Krakauer, açlığın genç insanın yaptığı bir şey olmadığını savunuyor.
Krakauer, en son teorisini destekleyen en önemli kanıtlardan birinin, McCandless’ın yenilebilir bitkiler hakkındaki bir kitabın arkasında yaptığı kısa bir günlük girişi olduğunu söylüyor.
Mayıs ayında NPR‘a yaptığı açıklamada, “Gözardı edemeyeceğiniz bir geçit var. Bu da ‘Son derece zayıf, patates tohumu hatası’. Bu kadar kesin bir şey yoktu. Bu tohumların -fotoğrafladığı ve katalogladığı tüm diğer yiyeceklerin değil- onu öldürdüğüne inanmak için bir nedeni vardı.”
Eskimo patates bitkisinin tohumlarına atıfta bulunuyor ve Krakauer, tohumların yaşamının son haftalarında McCandless diyetinin bir parçası haline geldiğini de ekliyor..
2013 yılında Krakauer, Nazi toplama kamplarındaki zehirlemeler hakkında bir makale okuduktan sonra tohumları, beta-ODAP adı verilen bir nörotoksin testine tabi tutmaya karar verdi. Tohum örneklerini analiz etmek için bir şirket ile anlaştı ve ölümcül bir beta-ODAP konsantrasyonu içerdiklerini öğrendi.
Bununla birlikte çok sayıda bilim insanı teorisine itiraz etti ve bunun Kraukauer’in çürütülecek ilk teorisi olmadığını da belirttiler.
1993 yılında McCandless hakkındaki ilk makalesinde Krakauer, “Herhalde Chris McCandless yanlışlıkla yabani tatlı bezelye tohumları yedi ve ağır hastalandı” diye yazdı. 1996 yılında yayınladığı Into the Wild kitabında, McCandless’in aslında yabani tatlı bezelye değil yabani patatesin zehirli tohumlarını tüketmekten öldüğünden şüphelenerek fikrini değiştirdi.
Teorisine geçerlilik kazandırmak için Krakauer, Sihirli Otobüs’ün yakınında büyüyen bitkinin örneklerini topladı ve kuru tohumları Alaska Üniversitesi’nden Dr. Thomas Clausen’e gönderdi. Bununla birlikte hiçbir toksin saptanmadı.
Daha sonra 2007 yılında şu açıklamayı sundu: “Veteriner tıbbi dergilerinden araştırmalar yaptıktan sonra, onu öldüren şeyin tohumların kendisi olmadığını ama nemli olmaları ve kilitli poşetin içinde olan tohumların küflenmesinin neden olabileceğini düşünmeye başladım. Küf toksin alkaoidi üretir. Benim teorim aslında aynı ama ben bunu biraz daha geliştirdim.”
Böylece 2013 yılında, Krakauer bir laboratuvarda tohumlar üzerinde daha sofistike bir analiz yürüttü.
Bu arada Clausen, sonuçları doğrulamak için bağımsız bir analiz beklediğini söylüyordu.
Krakauer’e testte yardımcı olan Indiana Üniversitesi’ndeki biyokimyacı Jonathan Southard, “Tartışma bilim ile değil hikâye ile ilgili” diyerek araştırmayı savundu.
Krakauer’in yanında bilimsel kanıtlar olsa da, McCandless’in nasıl öldüğü üzerine yapılan tartışmalar gibi Krakauer’ın da McCandless’in basitçe, deneyimsiz veya hazırlıksız olduğu nedeniyle ölmediği iddiaları devam edecek.
İnsanlar, Krakauer’in bu konudaki ısrarının Chris McCandless ile olduğundan daha fazla ilgisi olduğunu belki de düşünüyorlar. Sonuçta, Krakauer Into the Wild‘ın girişinde belirttiği gibi tarafsız bir biyografi yazarı değil. Gerçekten de kitap, Krakauer’ın McCandless hakkındaki kişisel düşüncelerini içeriyor ve hatta o, neredeyse ölümcül seyahatleri hakkında uzun bir anlatı ekliyor.
Ivan Hodes, Krakauer’in McCandless’a yaptığı kişisel yatırımın, genç adamın kaderini kabul etmesini zorlaştırdığını düşünüyor. “Krakuer’in ne olduğunu bilmesi gerekiyor çünkü McCandless’in ölü yüzüne baktı ve kendi yüzünü gördü” ifadeleri ile Alaska Commons‘a yazdı.
McCandless’in nasıl öldüğü ve medeniyeti neden geride bırakıp doğaya dönmeyi seçtiği sorusu sorulmaya devam edecek. Bu olayın ardından onun hakkındaki görüşler, okuduğunuz hesaba göre değişecektir. Sadece Krakauer bu konuya uzun bir süre harcamadı; McCandless’in ebeveynleri, kız kardeşi ve çok sayıda başkaları da yazdı.
Bazı insanlar için McCandless, Alaska yaban hayatında hazırlıksız dolaşan ve tam olarak hak ettiği şeyi elde eden, bencil, naif bir genç insan.
Başkaları için de bir ilham, özgürlüğün sembolü ve gerçek maceranın somutlaşmış hali.
81 yaşındaki Ronald Frans üzerindeki etkisinde olduğu gibi hayattayken bile McCandless ile ilgili bir şey insanları dramatik bir değişime taşıyabilir. 1992 yılında Frans ile McCandless ile tanışmıştı.
McCandless’tan yaşam tarzını değiştirmesi söyleyen bir mektup aldıktan sonra Frans bunu gerçekleştirdi. Eşyalarını depoya koydu ve çöle yerleşti.
Ancak ölümüyle -ve edebiyat ve filmindeki anılarının- McCandless çok daha büyük bir etkiye sahip.
Kesinlikle bir trajedi hikâyesi olsa da aynı zamanda yaşamın sorularının cevapları için neden doğaya yöneldiğimize de dikkat çeken düşünceli bir bakış.
Frans’a yazdığı mektupta McCandless şöyle diyordu: “Bir insanın yaşayan ruhunun en temel özü macera tutkusudur.” Krakauer’in kitabının sayfalarında bunu okuduktan sonra birçok okuyucunun kendi maceralarını araması şaşırtıcı değil.
Ancak McCandless, birileri için daima kahraman olacakken; aynı zaman daima da birileri için de önemsenmeyecek. Sonuçta o sadece bir insan.
Belki de Hodes şunu yazdığında en iyi ifadesini kullandı. “Chris McCandless derinden kibar ama fevkalede bencildi; çok cesur ve dudak uçuklatırcasına aptal; etkileyici derecede yetkin ve şaşırtıcı derecede beceriksiz; yani, bizim gibi aynı çarpık keresteden kesildi.”
(1) Burada diğerlerini etkileme konusunda McCandless’in bir suçu olduğunu düşünmüyorum. Nihayetinde o, yaşamak istediğini yaşadı. Hayatını kitaplaştıran yazar, kitlelerin etkilenmesine yol açtı. Tabii yazar da suçlu değil. İnsanlar kendi sınırlarını denemek istiyorlarsa kendi kararları.
(2) Seçimleri kınamak da insanlara kaldı tabii. Ay götüm.