Sen De Gel soruyor: “İnsanlık bitti mi?”

Eğitim Gönüllüleri Vakfı, Toplum Gönüllüleri Vakfı, ENKA okulları ve Sen De Gel derneği kurucularından, ayın zamanda eski bankacı İbrahim Betil ile Afrika, Gambiya’da röportaj yaptık. Sen De Gel’in peşinden giderek Gambiya’da köy köy gezdik ve projeleri yerinde inceledik. İbrahim Betil de samimi açıklamalar yaptı.
Bankacılık yaşamının ardından keskin bir şekilde STK çalışmalarına geçiş var. Toplumsal çalışmalara bu denli kendinizi vermenizin nedeni nedir?
Gerek sanayi sektöründe gerek bankacılık sektöründe çalıştığım 25 yıllık süreç içinde hep şunu gördüm ki insan sermayesi çok önemli. Şirketlerde bankalarda hep maddi sermaye önemli gibi geliyor ama bir kuruluşun gelişebilmesi için sosyal sermaye dediğimiz gelişim çok önemli. Bunun için hep kafamda eğitimle ilgili bir şeyler yapmam gerekir hayali vardı. 94 yılında bankacılığı bırakmaya karar verdiğimde de önce Türkiye Eğitim Gönüllüleri vakfının kuruluş sorumluluğunu üstlendim. Eş zamanlı olarak da İstinye’de ENKA okullarının kuruluş sorumluluğunu üstlendim. Bir tarafta okul, öbür tarafta da Türkiye genelinde bir eğitimle ilgili bir sivil toplum kuruluşunun gelişimi.
Süreç içinde görüyor ki insan mesela sadece eğitimle de ilgili değil, bu nedenle özellikle Türkiye’de bastırılmış ve susturulmuş bir gençlik var. Gençlerin güçlenmesi için toplum hizmetine yönlendirilen, bütün farklılıkların bir arada yaşadığı bir topluluk yaratabilmek ve herkesin birbirine saygılı sivil toplum yaratmak amacıyla toplum gönüllüleri vakfını kurduk. İş hayatında kısmi zamanlı çalışmalarım devam ediyor ama daha çok çeşitli sivil toplum kuruluşlarına odaklandım. Okul kurmak sadece bir şey sağlamıyor. Öğretmen eğitimi de çok önemli. Zaman içinde Öğretmen Akademisi Vakfını da kurduk. Çeşitli insani gelişim, demokrasiye destek, İsmail Korkmaz Vakfı yönetim kurulu, Hrant Dink Vakfı yönetim kurulu… Ardından da sınır tanımaksızın, insanlığa bir şekilde dokunabilmek amacıyla Sen De Gel derneğini kurduk. Bunlar devam ediyor.
Türkiye’de STK kavramının çok da oturmadığını düşünüyorum. Özellikle gönüllülük kavramının insanlar tarafından çok anlaşılmadığını görüyorum. Nedir sizce gönüllülük? İnsanların kaçırdığı nokta neresi oluyor?
Türkiye’de ne yazık ki STK sayısı çok az. Bunun temeli yüz yıldan fazladır bu toplum sivil örgütlenmeye, bu tarz girişimlere güvenmiyor. Her şey, hep merkezi devletten bekleniyor. Bu nedenle merkezi devlet de sivil örgütlenmeleri hep baskı altında tuttuğundan sivil toplum gelişememiş. Dernek ve vakıf sayısı çok az. Dünyada başka ülkelerle karşılaştırdığınız zaman Türkiye’de vakıf artı dernek 78 milyonluk bir ülkede toplam 110 bin adet. Bakıyorsunuz 8,5 / 9 milyon nüfuslu İsveç’te 200 bin adet. Bunun gibi çok fazla örnek var. Bu baskı sonucu sivil toplum gelişememiş. Gelişemeyince sivil toplum girişimleri bir yerde daha gizli gündem uygulamaya başlamışlar. Madem devlet bize baskı yapıyor… Gizli çalışmalar da toplumda güvensizlik yaratmış. “Aman kızım, aman oğlum sen bir vakfa, derneğe karışma; üniversiteye gittiğinde dersine odaklan” gibi. Sivil toplumdan farklı bir algılanma oluşmuş.
Bunu yıkmak için kendi kendimize de bir görev üstlendik. Bütün sivil toplum kuruluşlarının topluma güven sağlayabilmesi için daha şeffaf, daha hesap verebilir olması lazım. Parçası olduğum bütün sivil toplum kuruluşlarının hiçbir zorunlulukla olmamakla birlikte bağımsız denetim kuruluşlarına denetlenmesini ilk olarak uygulamaya koyduk. O kuruluşlar da gönüllü olarak bunu yapıyorlar. Bu şekilde yaptıklarımız, hesaplarımız gayet ortada. Ne yazık ki Türkiye’de hâlâ, burada ismini vermek istemiyorum, çok iyi bilinen pek çok sivil toplum kuruluşunun internet sayfasında mali tablolarını bile göremezsin, aldıkları kaynakları nereye kullandıklarını, bütçelerini göremezsin. Duygusal sömürü ile para toplatıyorlar. Bu nedenle gönüllülük de Türkiye’de çok fazla gelişemiyor.
Yardımlaşma dendiği zaman insanlar daha çok sivil toplum kuruluşuna destek vermek yerine sokakta para dilenene para vermeyi tercih ediyor. Türkiye’de ne yazık ki yardımlaşma anlayışı da gelişmiş değil. Dünya standardının çok altında. Bunu kırabilecek şekilde iyi örnekleri çoğaltmamız gerekiyor diye düşünüyorum.
STK, dernekler vesaire içine baktığımızda genç katılımcıları çok az görüyoruz. Neden gençler sosyal işlerde bu kadar gönülsüz?
Aslında gençler gönüllü çalışmalara çok istekliler ama gönüllü çalışabilecekleri o sivil toplum kuruluşlarının gençlere ve ailelerine güven vermeleri lazım. Gençler çok zeki. Gençler, o sivil toplum kuruluşunun bakışından, duruşundan ne kadar şeffaf olup, olmadığını anlıyor. Kendisinin bir araç olarak kullanılıp, kullanılmadığını anlıyor. Mesela biz, Toplum Gönüllüleri Vakfında, başında bütün ilkeleri gençlerle oluşturduk. Dedik ki yönetim kurulunun en az yarısı gençlerden oluşacak. Gençler kendileri seçecekler. Bizim yönetim kuruluna geldiğiniz zaman yedeklerle toplam 19 kişinin 15 kişisi gençlerde oluşmakta. Belki de hayatlarında ilk defa bir derneğin, vakfın yönetim kuruluna giriyorlar. Mekanizmanın nasıl çalıştığını anlıyorlar.
Döndükleri zaman kendi çevrelerinde, Anadolu’da, üniversitelerde her yaşadıklarını birebir anlattıkça, bu şekilde bir güven oluşturma süreci başlıyor. Diğer sivil toplum kuruluşlarının da gençleri çekmeleri için karar katılım süreçlerine gençleri dahil etmeleri lazım, gençlere sorumluluk vermeleri lazım, gençlere güvenmeleri lazım. Bunu yapmazsanız hiçbir genç o kuruluşun içine gelerek, “A! Ben size hizmet edeyim” demez.
Türkiye menşeli derneklerin Afrika’ya uzanan çalışmaları Türk dış politikasını nasıl etkiliyor?
Biz dernek olarak, sen de burada gördün ki, herhangi bir siyasi hareketin içinde değiliz. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir temsilcisi olarak burada değiliz. Öyle bir yetkimiz de yok, öyle bir kaygımız da yok, öyle bir isteğimiz de yok. Biz insana dokunmak amacıyla varız. Tabii dolaylı olarak olumlu etkisi oluyor. Bu sene artık beşinci yılımız bitti. Beş yıllık süreç içinde buradaki insanlar bizi tanıdılar; ne kadar az gelişmiş olursa olsun, insan zeki bir yaratık. Bizim bağımsız olduğumuzu anladılar, bizim sadece ve sadece onlarla kol kola, onların gelişimine katkı sağlamak amacıyla bir şeyler yapma gayreti olduğumuzu gördüler. Bir siyasi amacımızın olmadığını gördüler, ondan sonra sorgulamaya başladılar “Ya siz bu kadar bize yararlı şeyler yapıyorsunuz, siz hangi ülkeden geliyorsunuz?” Türkiye dediği zaman, Türkiye büyümeye başladı. Bu, dolaylı olarak onların yorumu ile onların çalışmaları ile oldu. Biz hiçbir şekilde, böyle bir adım atmıyoruz.
Sen De Gel Derneği’nin Gambiya’daki çalışmalarını görmek için yol alıyoruz şimdi. İnternetten ben takip ediyordum zaten ama tekrardan sormak istiyorum. Ne işler yapıyor bu dernek ve neden Gambiya’dayız şu an?
Bizim böyle bir çalışma yapma hayalimiz bile yoktu. Kurucusu olduğum Toplum Gönüllüleri Vakfı’nda toplantıya gitmiştim. Toplantıdayken kapıdan içeriye iki tane siyah renkli Afrikalı insan girdi. Bunlar, bizim Küresel İlişkiler bölümünden randevu almışlar. Gambiya’dan geliyorlarmış. Kadın gelişimi ve çocuk bakımı ile ilgili bir hareket, bir sivil çalışma için işbirliği yapmak istiyorlar. Toplum Gönüllülerini internet üzerinden bulmuşlar. Toplantım bittikten sonra ben de kendilerini biraz dinledim. O güne kadar Gambiya’nın haritadaki yerini bilmeyen kişi olarak çok etkilendim. Dedim ki “Durun önce ben bir gideyim, bu insanları tanıyayım, ondan sonra işbirliği yapıp, yapmamaya karar veririz.” İki ay sonra Gambiya’ya geldim, pek çok köyde dolaştım, yattım. Açlığın, susuzluğun insan yaşamında ne demek olduğunu orada birebir yaşadım. Günde bir öğünle, bazı günler hiç yemek yemeden yaşayarak insanların neler çektiklerini bu şekilde yaşamış oldum. Böyle olunca iki şey yapabilirdim. Ya arkamı dönüp “Allah size kolaylık versin deyip” kendi halimize şükretmek veya bir milyar insanın açlık sınırı altında olduğu böyle bir dünyada acaba bir şeyler yapabilir miyiz diye çalışma başlatabilirdik. Ben duyarsız kalmamayı ve böyle bir çalışma başlatmayı tercih ettim. Bunun Toplum Gönüllüleri’nden bir bağlantısı olamayacağını da anladım. Ayrıca bir dernek kurmak için çevremdeki arkadaşlarımla bunları paylaştım. 17-18 kişi heyecanlandı böyle bir yolculuğa bu vesile ile çıktık.
En az gelişmiş ülkelerde insanı kalkınmaya yönelik sürdürülebilir projeler yapmak, yardım amaçlı değil. Buraya geldiğimizde kalemler falan dağıtıldı ama bunlar törendeki hediyelerdi. Ama bizim amacımız farklı. Su kuyusu yaptığın zaman o insanın yaşamının devamına destek oluyorsun.
Türkiye’de sorunlar bitti mi ki Afrika’da çalışmalar yapıyorsunuz gibi eleştiriler geliyor mu?
Demin de anlattığım gibi 20 yılı aşkın bir süredir sivil toplumun içindeyim. Türkiye’de pek çok sivil çalışmanın içinde oldum, başlattım ve onların hâlâ onların sürdürülmesi için zaman ayırıyorum, emek veriyorum. Toplum Gönüllüleri Vakfı, Türkiye’de 2002 yılında kuruduğumuz ve şu an itibari ile Türkiye’de 79 ilde 126 üniversitede 60 binden fazla gencin toplum hizmeti yaparak, her yıl 600 binden fazla insanın yaşamına dokunan bir sivil hareket. Bunlar, sokak çocuklarına yönelik projeler yapıyorlar, köy okullarını yeniliyorlar, kadınlara üreme sağlığı eğitimleri veriyorlar, bunun gibi çevre projeleri yapıyorlar. Yani Türkiye’nin her noktasında Toplum Gönüllüleri var. Bu çalışmayı 14 yıldır devam ettiriyoruz ve bu, Türkiye’nin en büyük gençlik oluşumudur. Şimdi bu devam ediyor.
Öğretmen Akademisi Vakfı, Türkiye’de öğretmen gelişimine yönelik olarak 150 bine yakın öğretmene, mesleki gelişim gibi eğitimler vermeye başladı. Yaklaşık 8 yıl önce kuruldu. Ondan önce Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nın kuruluşu, Türkiye’de milyonlarca çocuğa okul sonrası saatlerinde onların yeteneklerini geliştirmek için eğitim çalışmaları yapıyor. Adapazarı ENKA okulları, 99 depreminden sonra kuruculuğunu üstlendiğim ve hâlâ mağdur, sosyo-ekonomik yönden dezavantajlı çocukların okuduğu 700 tane öğrencimiz, o okulda hâlâ devam ediyor.
Bunun gibi pek çok sivil toplum kuruluşunun içindeyim. “Türkiye bitti mi? Başka ülkede ne işin var?” sorusu bana da geliyor. Lakin ben de şu soruyu soruyorum “İnsanlık bitti mi?” Sınır koymaya başladığımız zaman, kendi bilgi birikimlerimizi, maddi birikimlerimizi sadece kendi sınırlarımız içinde mi harekete geçireceğiz? Yoksa aynı gezegende yaşadığımız yedi milyar insandan bir milyarının açlık sınırının altında olduğu, 800 milyon insanın suya erişemediği bir dünyada, biz kendi sınırlarımız içinde kapanıp önce bölge şehir sınırları, sonra mahalle sınırları, sonra bahçe sınırları içinde mi yaşayacağız? O zaman odamızın kapısını kapatalım kendi sınırımızın içinde yaşayalım. Ben insanlığa inanıyorum. Türkiye’de de çalışmalarımı sürdürüyorum. İnsanlık için ne yapabileceksem dünyanın her noktasında kaynak bulabildiğimiz ölçüde, destek olabildiğimiz ölçüde yapmaya hazırım.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Bunu okuyanlara şöyle bir mesajım var. En kolay şey hayatta eleştirmek ama biz şu sloganla ilerliyoruz. Eleştirmek için değil, değiştirmek için yola çıkalım. Şikâyet etmek, masanın bir tarafında oturup bunu beğenmedim demek… Peki, beğenmediğini değiştirmek için ne adımlar atıyorsun? Bir adım atmaya hazır mısın? Bu, herhangi bir alanda olabilir. Okuyanları bunu düşünmeye teşvik ediyorum. Lütfen eleştirmenin bir adım ötesine geçip, değiştirmek için bir şeyler yapma gayreti içinde olalım.