Yunan Mitlerine göre, Apollon’un oğlu Asklepios şifa tanrısıydı. Bilgeliği ve becerilerinin eşi benzeri yoktu. Hatta ölüm ve yaşamın sırrını bile çözdüğü söyleniyordu. Antik Yunan’da Asklepios’a ait şifa tapınakları, ilksel sarmalın farkındaydı ve bunu Asklepios’un asası ile sembolize ediyorlardı.

Hipokrat tıbbın babası olarak anılmaktadır. Bugün bile tıp etiğinin dayandığı yeminde adı geçen kişinin, eğitimini Asklepios’a ait tapınaklardan birinde aldığı söylenmektedir. Günümüzde evrimsel enerjimizi simgeleyen bu sembol Amerikan Sağlık Örgütü’nün ve dünyadaki tüm sağlık kurumlarının logosu olarak kullanılmaktadır.

Yılan ve kuş sembolleri insan doğasının ikiliğini temsil eder

Mısır hiyerogliflerinde yılan ve kuş, insan doğasının ikiliğini veya kutupluluğunu temsil eder. Başı aşağıya dönük yılan, sarmal dünyanın evrimsel enerjisini; başı yukarıya dönük kuş ise, güneşe, ışığa veya tek noktaya odaklı uyanmış bilinci sembolize eder ve Akaşa’nın boşluğuna yönelmiştir.

Firavunlar ve tanrılar, uyanmış enerji ile betimlenir. Bu uyanmış enerji sayesinde Kundalini yılanı, omurgadan yukarı doğru ilerler ve iki gözün arasındaki Altıncı (Ajna) Çakra’dan yani Üçüncü Göz’den dışarı çıkar. Bu tasvire Horus’un Gözü denmiştir.

Hint geleneklerindeki bindi, ruhun ilahi olanla bağlantısı olan Üçüncü Göz’ün de temsilcisidir. Kral Tutankamon’un maskesi, yılan ve kuş motiflerinin bir arada gözlenebileceği klasik bir örnektir.

Maya ve Aztek gelenekleri, yılan ve kuş motifini bir tanrıda birleştirmiştir: Quetzalcoatl veya Kukulkan. Kuş tüylü yılan tanrı, uyanmış bilinci veya uyanmış Kundalini’yi temsil eder.

Yılan ve kuş sembolleri Hristiyanlık’ta da bulunmaktadır. Gerçek anlamları daha derinlere gömülü olabilir ama yine de diğer antik medeniyetlerle aynı anlamı taşır. Hristiyanlık’ta kuş veya güvercin İsa’nın başının üzerinde görülür. Kundalini’yi ya da Hristiyanların isimlendirmesi ile Kutsal Ruh’u temsil eder. Bunun nedeni İsa’nın Altıncı Çakra’ya ve onun ötesine yükselmiş olmasıdır.

Hem İsa hem de Buda dünyevi doyumsuzluğa sırt çevirmişlerdir

John 3:1-2’de şöyle der: ”Musa’nın yabanda yaşayan yılanı tutup havaya kaldırdığı gibi, insanoğlu da yukarıya kaldırılmalıdır.” İsa ve Musa, içlerindeki Kundalini enerjisini uyandırarak insanın doymak bilmez arzularını harekete geçiren bilinçsiz sürüngen güçlerden uyanmışlardır. İsa’nın kırk gün kırk geceyi çölde geçirdiği ve bu süre boyunca ”Şeytan” tarafından baştan çıkarıldığı söylenir. Benzer şekilde Buda, aydınlanmaya ulaşmak için oturduğu Bodhi veya bilgelik ağacının altında “Mara” tarafından baştan çıkarılmıştır. Hem İsa hem de Buda, duyusal hazların cazibesine ve dünyevi doyumsuzluğa sırt çevirmek zorunda kalmışlardır. Hikâyelerin ikisinde de Şeytan, insanın bağımlı olduğu dünyevi şeylerin kişileştirilmiş halidir.

Adem ile Havva’nın hikâyesini Hint ve Mısır geleneklerinin ışığında okursak, hayat ağacını koruyan yılanın Kundalini olduğunu görürüz. Elma, bizi içsel dünyanın bilgisine, içimizdeki bilgi ağacına odaklanmaktan alıkoyan, dışımızdaki duyusal dünyanın cazibesini ve baştan çıkarıcılığını sembolize eder.

Ağaç, basitçe, içimizdeki enerji meridyenlerinin, yani Nadilerin ağ örgüsüdür- ki bu gerçek anlamda, vücudumuzu baştan aşağıya ağaç benzeri yapılarla kaplar.

Enerji Kanalları (Nadiler)

Yılan ve ejderha sembolleri içsel enerjiyi temsil eder

Dışsal zevklere doğru yaptığımız egosal arayışımızda, içsel dünyadan gelecek bilgilere kendimizi kapattık. Akaşa ve bilginin kaynağı ile aramızdaki bağları koparttık. Ejderhaların anlatıldığı dünyadaki tarihsel mitlerin çoğu, içlerinde gömülü oldukları kültürlerin içsel enerjilerine dair yapılmış benzetmeler olarak okunabilir. Ejderha Çin’de hâlâ mutluluğu temsil eden kutsal bir semboldür. Tıpkı evrimsel enerjilerini uyandırmış olan Mısır Firavularının ve antik Çin İmparatorlarının kanatlı yılan veya ejderha ile temsil edilmeleri gibi.

Çin İmparatoru’nun kraliyet totemi, İda ve Pingala arasındaki dengeye benzer bir dengeyi gösterir. Taoizm’de Üst Dantien, epifiz merkezimizi ifade eder; bu bölgenin harekete geçirilmesi Ying ve Yang, İda ve Pingala dengesi ile deneyimlenebilir.

Epifiz bezi ışığı algılayabilir

Doğada çok çeşitli ışık algılama mekanizmaları vardır. Örneğin, deniz kestanesi büyük tek bir göz gibi hareket eden dikenli bedeniyle gerçekten de görebilir. Deniz kestaneleri, dikenlerine çarpan ışığı algılar ve çevreleri hakkında bir fıkir edinebilmek için bu ışıkların yoğunluklarını karşılaştırır. Yeşil iguanaların ve diğer sürüngenlerin başlarının tepesinde parietal bir göz veya epifiz bezi bulunur ve bunu kanatlı yırtıcıları fark edebilmek için kullanırlar.

Epifiz bezi ve DMT: Lotus ve Kundalini
Deniz kestanesi

İnsandaki epifiz bezi, uyuma ve uyanma döngüsünü düzenlemeye yardımcı olan küçük bir endokrin bezidir. Kafanın içinde derinlere gömülü olsa da epifız bezi ışığa duyarlıdır. Filozof Descartes, epifiz bezi bölgesinin veya Üçüncü Göz’ün, bilinç ve madde arasındaki arayüz olduğunu ifade etmiştir.

İnsan vücudundaki neredeyse her şey simetriktir. İki göz, iki kulak, iki burun deliği, hatta beyinde bile birbirinin simetriği olan iki ayrı lob vardır. Fakat beyinde, ayna simetriği alınmamış olan bir bölüm de mevcuttur. Burası, epifiz bezi bölgesi ve onu çevreleyen enerjik merkezdir.

Epifiz bezi ve DMT: Lotus ve Kundalini
Epifiz bezi merkezi

DMT, epifiz bezi tarafından doğal olarak salgılanır

Fiziksel bir düzeyde, DMT gibi kendine has moleküller, epifiz bezi tarafından doğal olarak salgılanır. Ayrıca DMT, ölüm ve doğum anında da vücutta doğal olarak salgılanır ve kelimenin tam anlamıyla, yaşayanlar ve ölüler dünyası arasında eşsiz bir köprü görevi görür. Derin meditasyon ve Samadhi halindeyken veya enteojen kullanımı yoluyla da DMT doğal olarak üretilir. Örneğin, Güney Amerika’daki şamanik geleneklerde, iç ve dış dünya arasındaki perdenin kaldırılması için Ayahuasca bitkisi kullanılır. Ayahuasca bitkisi yapısında bulunan bileşenler nedeni ile epifiz bezini güçlü şekilde uyarır ve DMT salgılamasını tetikler.

Epifiz bezi ve DMT: Lotus ve Kundalini

Epifız (pineal) sözcüğü, kozalak (pine-cone) ile aynı köke sahiptir. Zira epifiz bezine bakıldığında, kozalak yapraklarının sarmal dizilimine benzeyen bir örüntü görülür. Yaşam çiçeği olarak da bilinen bu örüntüye, aydınlanmış veya uyanmış varlıkları betimleyen antik sanat eserlerinde sıkça rastlanır. Kutsal sanat eserlerinde görülen kozalak imajı, uyanmış Üçüncü Göz’ü, evrimsel enerjinin akışını yönlendiren tek noktaya odaklı bilinci temsil eder. Kozalak; Sushumna yani ana enerji kanalı, Ajna Çakra’ya ve ötesine yükseldikçe aktive olan çakraların çiçeklenmesini temsil eder.

Kozalak sembolü yüzyıllar boyunca uyanmış bilinci temsil etmiştir

Yunan mitolojisine göre; Dionysos’a tapınanlar, kozalak süslü bir değnek veya etrafı sarmaşık ile sarmalanmış ve tepesinde kozalak olan dev bir asa taşırlardı. Bu da Dionysos’a ait enerjinin veya Kundalini’nin omurgadan yukarı doğru, Altıncı Çakra’daki epifız denilen kozalaksı beze yaptığı yolculuğu temsil eder.

Vatikan’ın orta yerinde, İsa’nın veya Meryem’in dev bir heykelini görmeyi bekleriz; ne var ki orada bizi bekleyen şey, dev bir kozalak heykelidir. Bu da bizlere, Hristiyanlık tarihinde çakralara veya Kundalini’ye dair bilgilerin var olmuş olabileceğini, fakat herhangi bir sebepten bu bilgilerin geniş kitlelere yayılmasının engellendiğini gösterir. Resmi kilisenin açıklamasına göre; kozalak, yenilenmenin ve yeniden doğmanın sembolüdür ve İsa’nın içindeki yeni hayatı temsil eder.

Epifiz bezi ve DMT: Lotus ve Kundalini

13’üncü yüzyıl filozofu Meister Eckhart şöyle demiştir: “Tanrı’yı gördüğüm göz ile Tanrı’nın beni gördüğü göz birdir ve aynıdır.” Kral James İncili’nde İsa şöyle demiştir: ”Bedenin ışığı gözdür; eğer gözün bir olursa, bütün bedenin ışıkla dolar.” Buda ise ”İnsan vücudu bir gözdür” demiştir.

Epifiz bezi ve DMT: Lotus ve Kundalini

Kundali’nin aktive olması epifiz bezini harekete geçirir

Samadhi halindeyken kişi, hem gören hem de görülendir. Biz, kendinin farkında olan, bilinçli evrenleriz. Kundalini’nin aktive olması, Altıncı Çakra’yı ve epifiz merkezini harekete geçirir ve bu bölge evrimsel fonksiyonlarından bazılarını geri kazanmaya başlar.

Epifiz bezi bölgesindeki Altıncı Çakra’yı aktive etmenin bir yolu olarak binlerce yıldır karanlık meditasyon uygulanmaktadır. Bu bölgenin harekete geçirilmesi, kişiye içsel ışığını görme imkânı verir. Bu kişi, tanınmış bir yogi, mağarada inzivaya çekilmiş bir şaman, bir taoist, Maya Tapınağı’nda bir çırak yahut Tibet Rahibi de olsa, bütün geleneklerde, karanlıkta geçirilen bir zaman dilimi kavramı vardır.

Meditasyon yapmaya devam ettikçe üçüncü göz aktive olmaya başlar

Epifiz bezi, kişinin bilinç enerjisini doğrudan deneyimlemesine açılan bir giriş kapısıdır. Filozof Nietzche şöyle demiştir: ‘“Yeterince uzun süre uçuruma bakarsanız, en nihayetinde uçurumun da size baktığını görürsünüz.” Taş gömütler veya antik anıt mezarlar, dünya üzerinde sağlam kalmış en eski yapılar arasındadır. Çoğunun geçmişi MÖ 3 bin – 4 bin yılları arasındaki Cilalı Taş Devri’ne kadar uzanır. Batı Avrupa’dakilerden bazıları ise 7 bin yaşındadır. İnsanın içsel ve dışsal dünya arasındaki köprüleri kurabilmesi için, daimi bir meditasyon haline girmesinin yolu olarak bu taş gömütler kullanılırdı. Kişi tamimiyle karanlık bir ortamda meditasyon yapmaya devam ettikçe, üçüncü göz aktif hale geldiğinden, içsel enerjiyi ve ışığı gözlemleyebilmeye başlar. Güneş ve Ay kanalları tarafından yönetilen 24 saatlik ritimler, bedenin fonksiyonları üzerindeki kontrollerini yitirirler ve böylece yeni bir ritim oluşur.

Yedinci yani Tepe Çakra binlerce yıl boyunca ”OM” sembolüyle temsil edilmiştir. Ve bu sembol, elementleri temsil eden Sanskrit işaretlerinden oluşmuştur.

Epifiz bezi ve DMT: Lotus ve Kundalini

Başın üstünde bulunan hare sembolü Yedinci Çakra’yı ifade eder

Kundalini, Altıncı Çakra’nın ötesine yükseldiğinde, bir enerji haresi oluşturmaya başlar. Dünyanın pek çok farklı yerindeki farklı geleneklere ait dini ve tarihi resimlerde değişmez bir biçimde hareler görülür. Uyanışını gerçekleştirmiş bir varlığın etrafında görülen hare veya bir enerji akımının tasviri, dünyanın her yerinde, neredeyse tüm inanışlarda kullanılan ve kabul edilen bir olgudur. Çakraları uyandırmanın bu evrimsel süreci hiçbir grup veya dinin tekelinde değildir. Bu, dünya üzerindeki her insanın doğuştan sahip olduğu bir haktır. Tepe Çakra’mız, ilahi olanla bağlantı noktamız, evrene açılan kapımızdır- ki o ikilikten çok ötedir; isim ve şekilden fazlasıdır.

Epifiz bezi ve DMT: Lotus ve Kundalini

Akhenaton, Güneş’in Oğlu olarak anılan bir firavundu. O, Kundalini enerjisini ve bilinci bir araya getirerek, içindeki Tanrı sözcüğünü yeniden keşfetmişti. Mısır hiyerogliflerinde uyanmış bilinç, yine tanrıların veya uyanmış varlıkların başının üzerinde görülen, güneş ve Üçüncü Göz’de beliren yılan sembolleri ile temsil edilmektedir. Hint ve Yogi geleneklerinde bu hareye ”Sahasrara”, yani bin yapraklı lotus derler ve Tepe Çakra’yı Sahasrara olarak adlandırırlar.

Epifiz bezi ve DMT: Lotus ve Kundalini
Akhenaton

“Buda”, uyanmış bilinci temsil eder ve lotus çiçeğinin üzerine oturmuş, başı kozalaksı bir yapı ile sembolize edilir. Lotus çiçeği, yaşam düzeninin çiçeğidir. Bu, içine tüm olasılıkların sığabileceği esas düzendir. Bu, uzayın şeklinin aynısıdır ve Akaşa’nın doğasında var olan bir özelliktir.

Tüm öğretiler aynı amacı güder: Kişiyi ızdıraptan kurtarmak

Eğer bir şeyi oldurmaya çalışıyorsanız, aslen ona karşı bir direnç yaratıyorsunuz demektir. Evrimsel enerjinin ortaya çıkmasını sağlayan şey, tüm dirençlerden kurtulmaktır. Kadim yoga geleneklerinde, bedeni meditasyona hazırlamak için yoga duruşları kullanılırdı. Hatha Yoga, asla sadece bir egzersiz programı olarak tasarlanmamıştı. Bilakis, kişinin iç ve dış dünyalarını birbirine bağlama yolu olarak kullanılıyordu. Sanskrit dilinde bir sözcük olan Hatha’nın anlamı: ”Ha” Güneş, ”Tha” Ay’dır; iki zıt enerjiyi bir araya getirerek ikilikten kurtulmayı ve bütün olmayı amaçlar; kişi böylece zihnini, kendisine acı veren düşünce dalgalarından arındırır. Patanjali’nin Yoga Sutraları’nda Ashtanga (Sekiz Dallı) Yoga ile Buda’nın Sekiz Katlı Yolu aynı amacı güderler; kişiyi ızdıraptan kurtarmak.

Epifiz bezi ve DMT: Lotus ve Kundalini

İkilikler dünyasının kutupları dengede olduğunda üçüncü bir şey doğar: Doğanın evrimsel güçlerinin kilidini açan gizemli Altın Anahtar. Güneş ve Ay kanallarının (İda ve Pingala) dengesi, Ying ve Yang’dır, Hatha’dır ve bizim evrimsel enerjimizdir. Günümüzde insanlar, neredeyse sadece düşünceleri ile ve dış dünya ile özdeşleştiklerinden, Kundalini’nin doğal olarak uyanmasını sağlayan içsel ve dışsal güçlerin dengelenmesi noktasına ulaşan bir insana nadir olarak rastlanır. Onu bir illüzyon olarak değerlendirenler için Kundalini, kişinin enerjisinin ve bilincinin doğrudan deneyimlenmesi olmak yerine, her zaman bir metafor olarak kalacak, bir fikirden ibaret olacaktır.

Inner Worlds Outer Worlds adlı belgeselin üçüncü bölümünden çevrilmiştir.

Namaste (İçimdeki ışık içindeki ışığı selamlar.)

Daha fazla oku: Tanrı’nın parmak izi: Fraktallar