Edgar Allen Poe, yazarlığın yaratıcı sürecine dair kendi düşünceleri ve yöntemlerini, yani “poetikasını” tartıştığı ünlü makalesinde, paragraflarca süren monoloğu boyunca şu cümle ile özetlenebilecek yargıya nasıl vardığını açıklar: Olabilecek en edebi ve dokunaklı tema, güzel bir genç kadının ölümüdür!

Bugün Fransız Yeni Dalgası içinde hatırladığımız tek kadın yönetmen olan Agnes Varda’nın 1962 tarihli ikinci uzun metrajı Cléo de 5 à 7’i de, (Cléo Beşten Yediye) genç ve güzel bir kadının kendi ölümüyle yüzleşmesini konu edinir. Tabii ki Poe’nin karanlık, karamsar, gotik üslubundan çok uzakta bir iyimserlik, ferahlık ve (yeni dalga filmlerinin birçoğunun ortak özelliği olan) kendini fazla ciddiye almayan bir şakacılıkla!

Cléo, bir iki şarkısı “patlamış” ama kendi istediği kadar popüler de olmayan bir “pop” şarkıcısıdır ve hastadır. Hastalığının onu öldürüp öldürmeyeceğini, beklediği tahlil sonuçlarından öğrenecektir. Neredeyse gerçek zamanlı olan filmde, Cléo’nun tahlil sonuçlarını almadan önceki iki saat boyunca yaptıklarını izlerken, onun yaşamının ve düşüncelerinin içinden geçeriz. Güzel ve arzulanan bir kadın olmak, meşhur bir şarkıcı olmak, maddi kaygılara sahip olmamak gibi onu tanımlayan sıfatların hiçbirinin, onu beklenmeyen ve istenmeyen bir misafir gibi çat kapı beliriveren ölümden kurtarmayacağını anlar.

Ancak idrak ettiği şey sadece bu değildir; Bizim tanık olduğumuz, hayatında bir şeylerin temelden eksik olduğunu fark ediş sürecidir. Ne “yaparken sarhoş gibi hissettiği” alışveriş, ne onu ihmal edişinin bahanesi olan yalanlarını dinlerken yüzüne tatlı tatlı gülümsediği âşığı ne de onu bir müzisyen, hatta bir insan olarak pek ciddiye almayan iş arkadaşları bu eksiğin farkında gibidirler. Aldatılan bir âşık, lüks kıyafet satın alacak müşteri, sokakta arkasından ıslık çalınacak alımlı kadın olmanın ötesinde, Cléo görünmezdir adeta.

Cléo de 5 à 7’i de, (Cléo de 5 à 7’i de, (Cléo Beşten Yediye)

Güneşe bakmak…

Irvin Yalom, Güneşe Bakmak: Ölümle Yüzleşmek adlı kitabında, aniden ölüm gerçeğiyle hesaplaşmak zorunda kalan insanların hikâyelerini anlatır: Ona göre birçok kişide yabancılaşma, kabullenişe doğru giden sürecin ilk aşamalarından biri olarak yaşanır. Filmin dış mekânda geçen ve bana kalırsa en iyi kısımlarını oluşturan uzun çekimleri boyunca Varda, Cléo’nun yabancılaşmasını muhteşem, su gibi bir sinema diliyle aktarıyor.

Jump cut tekniğinin A Bout de Souffle’deki kadar olmasa da sıklıkla kullanıldığı, yeni dalganın bütün özelliklerini taşıyan filmde yönetmenin dostları Jean-Luc Godard ve Anna Karina’nın da ufak birer rolü var.

60’ların dünyasına, hele o dönemin Fransa’sına, yeni dalgaya ve genel olarak sinema tarihine ilginiz varsa; örneğin karakterlerinden birinin tek cümlesinin içinde Aznavour, Piaf, Bardot isimlerini bir arada duyabileceğiniz, yalnızlık ve yalın sevgiye dair güzelin de ötesinde bir filmi izlemekle ilgilenenlere…

Yönetmen: Agnès Varda
Tarih: 1962
IMDB: 7.9

Cleo Beşten Yediye, Agnes Varda (1962)