Sürdürülebilir toplumlar için eko belediyecilik

Ekoloji ve yerel yönetimleri yan yana duymaya alışık olmadığımız bir toplumun insanları olsak da eko belediyecilik kavramı, dünyada 1980’lerden itibaren İskandinav ülkelerinde ilk benimsenmeye başlandı. Kısaca; eko belediyecilik, kendi tüzüğü içinde ekolojik ve sosyal adalet değerlerini benimsemiş yerel yönetim alanıdır.
İlk eko belediyecilik, Finlandiya’daki Suommussalmi yerel yönetimi tarafından 1980 yılında uygulandı. 1983 yılında da İsveç’teki Övertorneå Belediye Meclisi, Suommussalmi’den etkilenerek eko belediyecilik kavramanı kabul etti. Daha sonra da eko belediyecilik İsveç boyunca çeşitli il ve ilçelere yayıldı. Ekolojik toplum planlanmasını üstlenen şehir ve kasabalara yardım ve destek amaçlı bir ağ oluşturuldu. 1995 yılına gelindiğinde de bu organizasyon resmiyet kazanarak, “Sveriges Ekokummuner” (SEKOM / The National Association of Swedish Eco –municipalities / İsveç Eko Belediyeler Birliği) ismini aldı. SEKOM’un temel ilkesi, daha sürdürülebilir bir topluma doğru gelişmesine teşvik etmekken; ana amacı ise siyasetçilerin ve belediye çalışanlarının birbirlerinin başarısızlıklarından ders alıp, başarılarını deneyimleyebilecekleri bir buluşma yeri sağlamak.
Eko belediyeciliğin gelişmesi, topluluk genelinde karar alma süreçlerinin yanı sıra kendi işlemleri içinde de çeşitli sürdürülebilirlik ilkelerini kabul eden İsveç’teki 70’den fazla belediye teşkilatının değişen sisteminden kaynaklanıyor. Bu politikaların amacı, toplumun tüm sürdürülebilirliğini arttırmaktır. Günümüzde İsveç; Amerika, Japonya, Uganda, Estonya, Yeni Zelanda, Arjantin gibi dünyanın diğer kısımlarındaki ülkelerle eko belediyecilik deneyimlerini paylaşıyor.
Eko belediyecilik ve diğer sürdürülebilir kalkınma projeleri (1) (yeşil binalar ve alternatif enerji gibi) arasındaki ayrım, bütünsel sistem yaklaşım kullanımı yanı sıra kamu kurumu içinde toplumsal katılım ve sosyal dönüşüm üzerine odaklanır.
Bir eko belediyenin, The Natural Step esaslarına bağlı olarak aşağıdaki dört ana hedefi vardır:
* Fosil yakıtlara ve yer altı metallere bağımlılığın azaltılması
* Sentetik kimyasallar ve diğer doğal olmayan maddelere bağımlılığın azaltılması azaltma
* Doğaya tehdit oluşturan unsurları azaltma ve önleme,
* Daha adil ve etkin bir şekilde insan ihtiyaçlarını karşılama
1989’da İsveç’te kurulan kâr amacı gütmeyen bu kurumun 12 ülkede stratejik partnerleri ve işbirlikleri bulunuyor. The Natural Step, The Framework for Strategic Sustainable Development (FSSD / Stratejik Sürdürülebilir Gelişmenin Esasları) ile ortaya koyduğu hedeflerle organizasyonların sürdürülebilirliğe doğru adım atması için pragmatik karar almasında yardımcı olacak kanıtlanmış, güçlü bilimsel modeller sunuyor.
Eko belediyecilik çok eski bir kavram olmasa da özellikle İskandinav ülkelerinde önem verilen konulardan biri. Gün geçtikçe de deneyimler paylaşılarak eko belediyecilik anlayışı dünya geneline yayılıyor.
Türkiye’de belediyelerin çevre ile ilgili çalışmaları söz konusu olsa da eko belediyecilik adına tam anlamda bir adım atılmış değil. Sürdürülebilirlik ilkeleri çerçevesinde ulaşım, planlama, yeşil binalar, iklim mücadelesi, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, atık yönetimi ve geri dönüşüm temel ilkelerden olmalı. Seda H. Bostancı’nın, Türkiye’de Eko Belediyecilik Modelinin Uygulanabilmesi Üzerine Yaklaşım başlıklı makalesine göre Türkiye’de eko belediyecilik modeli, öncelikle nüfus yoğunluğu az olan, yenilenebilir enerji kaynakları yönünden potansiyeli bilinen ve halk katılımının sağlanabileceği küçük ölçekli ilçelerde uygulanmaya başlanabilir.
Her ne kadar bireylerin mücadelesi çok önemli olsa da kitlesel yok oluşun eşiğinden devletler ve yerel belediyeler nezdinde çalışmalar olmadığı sürece kurtulamayacağımız da bir gerçek. Bu yüzden ivedilikle kurumlar, durumun vahametine bakmalı ve ona göre adım atmalılar.
(1) Sürdürülebilir kalkınma kavramı da biraz sıkıntılı bir kullanım esasında. Esasında kalkınma kavramı nedense içinde kötü bir tarafı da barındırıyor gibi. İçine ekoloji katarak sömürme eylemlerini tatlı göstermek için kullanılması gibi.
Bu yazı Eylül 2015 tarihli Gaia Dergi’de ilk olarak yayınlanmıştır.