Türlerin çeşitliliği açısından hayli zengin bir gezegende yaşadığımızı kabul ediyoruz. Tespit edilen 14 milyondan fazla tür Dünya üzerindeki saf biyo-çeşitliliği gözler önüne seriyor. Türlerin her biri, gıda ve kaynaklar için bu çeşitliliğe doğrudan bağlı. Bu döngüsel ilişkinin içerisinde kalarak gelişim gösteriyoruz. Ancak Dünya üzerindeki bu simbiyotik ilişkinin evrenin geri kalanı içerisinde mevcut olmadığını söylemeliyiz. Peki, insanların uzayda yaşamlarını kendi kendilerine sürdürebilmeleri için neler gerekli?

Sonsuzluğun Başlangıcı adlı kitabında fizikçi David Deutsch okuyucuları aşağıdaki düşünce deneyini yapmaya davet ediyor: evrenin Güneş Sistemi’nin boyutunda küplere bölündüğünü hayal edin. Tipik bir küp neye benzer?

Bu kesinlikle içinde bulunduğumuzdan çok daha farklı bir durum olurdu. Aslında tipik bir küp o kadar karanlık olurdu ki, en yakın yıldız süpernovaya patlasa bir parıltı bile görmeyecektik. Tipik bir küp yaklaşık 2,7 Kelvin soğukluğunda yani hemen hemen her şeyi dondurmak için yeterli ve bir küpte yaklaşık bir atom kalır, bu Dünya’da yarattığımız vakum ortamına göre daha azdır.

Dolayısıyla soğuk, karanlık ve boş bir evrende, Dünya tipik olmaktan uzaktır; evimiz nadir ve değerli bir vahadır.

Bu kozmik perspektif bize “Soluk Mavi Noktamız” Dünya’daki yaşamı nasıl korumamız gerektiğini hatırlatıyor. Aynı zamanda kozmosun geri kalanının düşmanca koşullarını hatırlatıyor.

Uzay-tarım yapabilen bir tür olarak, Güneş Sistemi’nin ve galaksinin diğer bölgelerini ve potansiyel olarak yerleşim yerlerini keşfetme hedeflerimiz var. Son yıllarda uzay araştırmalarında ve seyahatlerinde dikkat çekici kilometre taşları gördük. Yine de birçok bilim insanının sorduğu soru şu ki, bildiğimiz gibi yaşama karşı çoğunlukla soğuk, karanlık ve düşmanca olan bir evrende kendini sürdüren ve becerikli bir tür nasıl olabiliriz?

Uzayda yetişen besin

İnsanların uzayda yaşamlarını kendi kendilerine sürdürebilmeleri için neler gereklidir?
NASA, Matt Romeyn’in sebze laboratuvarı

Uzayda kendi kendine yeten insan yaşam alanlarını inşa etmenin birçok bileşeni var. Gelecekteki şehirleri inşa etmek için nereden hammadde alacağımızı, nasıl verimli enerji üretebileceğimizi ve beslenme kaynaklarına nasıl erişeceğimizi düşünmeliyiz. SpaceX, Blue Origins ve NASA gibi kuruluşlar son zamanlarda sınırları zorlamaya devam ettikçe, uzaydaki kaynaklara erişim giderek daha fazla tartışmalı bir hale geliyor. Yolculuk yaptığımız nokta Güneş Sistemi’nden ne kadar uzakta olursa, kaynaklar için Dünya’ya güvenmek o kadar zor olacaktır.

Uzayda sürdürülebilir gıda konusunda son zamanlarda bazı heyecan verici ilerlemeler gördük. Çin’deki Chang E-4 toprak gemisi, Ay’ın uzak tarafındaki tohumları başarıyla filizlendirdiği için geçen aylarda manşetlere girdi. Acımasız koşullar nedeniyle bitkiler filizlendikten kısa bir süre sonra öldüler. Ancak bu hâlâ kayda değer bir dönüm noktasıydı.

Ay’da ne kadar küçük olursa olsun, kendi kendine yeten bir ekosistem oluşturma kabiliyetimiz, Ay’ın gelecekteki misyonları için büyük bir destekleyici olabilir. Örneğin; NASA’nın Mars misyonu, Ay yüzeyini yoldaki bir mola noktası olarak kullanarak bir avantaja çevirecek. Blue Origins CEO’su Jeff Bezos ayrıca Ay’da kalıcı yerleşim birimleri oluşturma konusunda da kararlı. Ay’da bitki yetiştirme girişimlerimizden öğrendiklerimiz Mars’takiler gibi diğer kolonilere de uygulanabilir.

Astronotların uzayda yiyecek yetiştirmesi konusunda bu ilk değil. Ağustos 2015’te, Uluslararası Uzay İstasyonu’ndaki astronotlar, uzayda yetişen ilk sebzeleri yediler. ISS’de “Lada Validating Vegetable Production Unit” olarak bilinen uzay bahçesi, ışık ve su seviyelerinin otomatik olarak kontrol edildiği bir seraya çok benziyor.

Bu çabalar, uzay koşullarında hayatta kalmak ve daha iyi donanımlı olmak için genetik mühendislik tesisleri ve tohumlarıyla birleştiriliyor. Uzaydaki tohumların ultraviyole ve kozmik radyasyona, düşük basınçlara, daha sert sıcaklıklara ve mikro gravitelere dayanması gerekir; genetiklerini değiştirmek buna izin vermenin bir yolu. Aslında roket yakıtından ilaç üretimine kadar, genetik mühendisliği kaynak özgürleştirici bir mekanizma olabilir.

NASA ayrıca uzayda 3D baskı yemeklerini de araştırıyor. Geçen yıl, astronotlar uzayda pizza basımını 3 boyutlu hale getirdiler.

Kendi kendini sürdürebilen uzay araçları

İnsanların uzayda yaşamlarını kendi kendilerine sürdürebilmeleri için neler gereklidir?

İnsanlığın uzay araştırmaları için ana motive edici unsurlarından biri de, türlerimizin Dünya üzerinde yaşamaya zorlanmamasıdır. Dünya’daki yaşam, bir süpernova, nükleer savaş ya da asteroitler gibi varoluşsal tehditlerin insafına kalmış durumda. Güneş Sistemi’nin ve evrenin diğer bölgelerine yerleşim kurmak, insanlık için bir sigorta poliçesi görevi görecektir.

Birçok bilim kurgu yazarı, bir “nesil gemi” veya yıldızlararası gemi fikrini araştırdı. Buna göre kendi kendine yeten bir gemi küçük bir insan kolonisi olarak hedefine ulaşmak için yüzyıllar ila binlerce yıl sürebilir. Geminin asıl yerlileri yaşlanır, ölür ve soyundan gelenleri seyahat etmeye devam eder. Bu, kendi kendine yeten uzay habitatlarının insanlığı neslinin tükenmesinden kurtarmak ve evrenin geri kalanına yayılmamıza izin vermesinin bir yoludur.

Böyle bir vizyon imkânsız ve hatta saçma gelse de, bu konu üzerinde çalışmamız fizik yasaları dahilindedir. 2000 yılında Ulusal Uzay Topluluğu, Roadmap to Space (Uzaya Yol Haritası) adlı bir çalışma başlatarak fırlatma maliyetlerini önemli ölçüde düşürdü ve insan türünün uzaya yerleşmesini sağladı.

Sonuçta, Ay’da bitki yetiştirme gibi uzaydaki kaynaklara dokunmayı içeren projeler, uzay araştırmalarının ve insanlığın geleceği için bu güçlü vizyona yönelik kritik adımlardır.

Sizce, insanların uzayda yaşamlarını kendi kendilerine sürdürebilmeleri olası mı?

What It Will Take For Humans to Be Self-Sustaining in Space” isimli yazıyı Murat Bostan Türkçeye We are the Hippies için çevirmiştir.