Hızlı nüfus artışına eko kentler çözüm olabilir mi?

Kentler devletlerden de fazla yaşarlar. Kentlerin ve yaşamın devamlılığı için sürdürülebilir adımlar atılmalı ve eko kent kavramı daha iyi özümsenmeli.
Hızlı nüfus artışı, doğal çevrenin giderek yok olmasına neden oluyor. Bugünkü ve gelecek kuşaklar için en yararlı bir şekilde, sürdürülebilir ilkeler ile içinde bulunduğumuz kentlerin doğal çevreye göre tasarlanması eko kent kavramını doğurmuştur. Kent, içinde insan ve doğanın etkileşim halinde yaşadığı tasarım ve planlardır.
İklim değişikliği gibi hayati konulardaki istatistiklerin korkutucu boyuta ulaştığı günümüzde ekolojik olana yönelme son zamanlarda birçok ülkenin politikaları arasında. Çünkü insan doğadan üstün değil, doğanın bir parçasıdır. Doğanın efendisi gibi görmeye devam ettiği sürece acı çekerek ani bir yok olmanın eşiğinde bulacaktır kendisini.
Her geçen gün yaşadığı insanı özünden koparan, onu canavarlaştıran kentler, aslında doğru tasarlandığında hızlı nüfus artışına rağmen sürdürülebilir bir yaşamı sağlayabilir. Ayrıca Murray Bookchin Kentsiz Kentleşme kitabında, doğa ile toplumun arasındaki bütünletici? ilişkinin sağlandığı dönemlerde kültür, teknik ve toplumsal özgürlük alanlarında en hayranlık uyandıran girişimlerin gerçekleştiğini söyler.
Doğanın bize sunduğu kaynakları yaşatmaya devam edersek, bizler de yaşamaya devam edebiliriz. Bundan dolayı, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmeli, en düşük düzeyde atık üretimi yapmalı ve geri dönüşümlü malzemeler kullanmalıyız. Aynı zamanda insanları atıkların nasıl azaltılacağı konusunda bilinçlendirilmeliyiz. Kentlerimizi de bu doğrultuda tasarlamalıyız. Birey olarak her birimize düşen görev de ekolojik ayak izimizi minimum düzeyde tutmaktır.
Biyolojik çeşitliliği koruyan yeşil duvarlar, yeşil çatılar, ekolojik köprüler gibi ekokent tasarımları ile sera gazı salımını yapan uygulamaları sıfırlayarak yüzeysel ısınmanın önüne çok geç olmadan geçelebiliriz. Sıfır karbon ilkesi devlet politikalarının başına getirilerek; yollar, yürüyüşe ve bisiklet kullanımına uygun hale getirilmeli, binalar hava akımı ve enerji kullanımına göre tasarlanmalı, kent bahçeleri yaygınlaştırılmalı.
Kophehang, Bonaire, Münih, Sidney, San Diego ve San Jose gibi şehirler yüzde yüz temiz enerjiyi amaçlıyor. Yeni Zelanda’nın enerji ihtiyacının yüzde 80’ini temiz enerjiden sağladığı haberini daha geçtiğimiz nisan ayında okuduk. Ülke çoktan, 2025 yılına kadar yüzde 90’lık bir hedef belirledi bile. Yine nisan ayında, Vancouver Konseyi, oybirliğiyle yüzde 100 yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanma kararı alarak, dünya üzerinde tamamen yenilenebilir enerji kaynağı kullanan 50. şehir oldu. Birleşik Krallık da her sene sera gazı salımını düşürmek için politikalar üretiyor. Avustralya’daki Melbourne Kent Konseyi’nin çatısındaki yağmur suyu kolektörleri ihtiyacı olan suyun yüzde 70’ini biriktiriyor.
Yüzey sıcaklığı 2°C’yi geçtiği takdirde geri dönülmez bir boyuta girmiş olacağız ki 0.85°C’lik artış çoktan gözlemlendi. Bundan dolayı birçok ülke sera gazı emisyonlarını azaltma çalışmaları yapıyor ve Türkiye’nin de bu yönde adımlar atması gerekiyor. 2°C geçtiği takdirde bile distopya karşımızda bizi bekliyor olacak.
Özellikle büyük şehirler sera gazı salımına en çok neden olan oluşumlardan biri. Bu noktada başta yerel yönetimlere büyük görevler düşüyor. Bu yüzden ekokentleşme tasarımları geleceğimiz için çok önemli.
Alınacak birçok önlem varken; dünyanın birçok şehri ekolojik ayak izini azaltmaya yönelik kararlar almasına rağmen ülkemizde hâlâ kayda değer çözüm arayışları içine girilmemekte.
Kitlesel bir yok oluşun eli kulağında. En hızlı şekilde doğa ile aramızı düzeltmemiz gerekiyor.
Gaia Dergi, Haziran 2015 basım 1. sayısında bu yazıyı bulabilirsiniz.