Bir sabah biletlere şöyle bir göz attım ve cebimdeki son paraya denk bilet fiyatı karşıma çıkınca, çok da düşünmeden aldım. Bir aydan fazla zamanım vardı ve ben ise şimdiden heyecanlıydım. İran, tek başıma olarak seyahat edeceğim ilk ülkeydi. Farklı bir dil, farklı bir kültür ve şeriat kanunları beni bekliyordu.

Ağır ilerleyen son günlerden sonra yolculuk vaktiydi benim için. Nihayet uçuş saati gelmişti. Zaten Desert Dancer, A Girl Walks Home Alone At Night gibi filmler, İran merakımı iyice arttırmıştı ve şimdi bu topraklara doğru ilerliyordum.

Çoğu kişi ülkeye girişin rahat olduğunu söylese de görevlilerin sıradan soruları bile beni endişelendiriyordu. Sanırım biraz heyecanlı bir veledim. Bir şey tamamlanana kadar kendi içimde bu endişeyi en üst seviyede yaşıyorum. Check-in sırasında bile görevlilerin anlık yanlış hatırlamaları kısa süreli panik atak geçirtmeye yetti. Neyse ki her şey yolundaydı.

Uçağa bindikten sonra aklımdaki yegâne soru başımı acaba ne zaman örtmem gerektiğiydi. İranlı kadınları sık sık kontrol edip durdum. Uçak inene kadar, sağımda ve solumda oturan eğlenceli iki insan ile keyifli üç saat geçirmiştik. O kadar gülmüştük ki arkamızdaki İranlı yeter, uyuyoruz diye uyarmıştı. Biri gezmeyi seven bir eğitimci abiydi, meraklıydı birçok şeye. Diğeri de uzun yıllar Avustralya’da yaşamış şimdi ise Türkiye’de yaşayan eğlenceli bir arkadaştı. Eğitimci olan Ukrayna maceralarını anlatırken (buradan karı kız muhabbeti geçmesin aklınızdan) konu Ayahuascaya kadar geldi.

Derken yol bitti ve asıl heyecan başladı. Kadınlar yavaştan saçlarını örtüyordu. Ben de şalımı geçirdim kafama. Şal yerine kış olduğu için bere takanlar da vardı. Zaten üstünkörü kafaya sarmak yeterli oluyordu. Yabancıların sırasında çarşaflı bir kadın, pasaport kontrolü yaparken üç kere garip bir şekilde baktı. Ben ise “Hayır, sorun mu var? Neden üç kere baktı? Hızma mı takıldı? Hani serbestti? Gülmüyor, bir şey de demedi. İnsan merhaba der” gibi şeyleri içimden saniyelik geçirirken mührü bastı ve oh diyerek sınırı geçtim. Sırt çantamı alır almaz çıkışa gittim ki zaten çok büyük bir havaalanı değildi. Çıkışa gittiğimde aklımdaki başıma gelmişti. Arkadaşım yoktu! Bunun aslında ufak bir aksilik olduğunu biliyordum. İnsanlar yanıma gelip taksi taksi diyordu. “Arkadaşım alacak onu bekliyorum” derken biri İngilizce konuşarak “Numarası var mı?” diye sordu ve ardından onun telefonunu aradık. Meğerse diğer çıkıştaymış. “Ya birbirimizi bulamasaydık ne olurdu, korktun mu?” diye sordu. “Böyle şeylerden korkmam. Taksici kendi demeseydi ben birinden telefon rica ederdim. Eğer beni ekseydin de hemen bir Wifi bulup, kendime kalacak yer ayarlardım” dedim. Sürekli yollarda olmanın öğrettiği şey sanırım, böyle durumlarla karşılaşınca korkmadan çözüm üretebilmek. Benim için başka bir macera olurdu.

Kavuştuktan sonra, araba ile sabahın üçünde Tahran’a bir saatlik uzaklıkta olan Fasham Köyü’ne doğru yola çıktık. Fazlasıyla yorgundum. Eve varır varmaz uyudum. Sabah ise çöl dağları beni karlarla karşılamıştı. Yılın ilk karıydı benim için. Ve selamlaştım İran ile “Hoşbulduk” diye. Akşam ise benim için “Welcome Home” partisi düzenleniyordu. İki gün evden çıkamayınca İranlıların çılgın bir parti anlayışı olduğunu hemen anladım. Uzun süre kalacağım için acelem yoktu zaten. İyice dinlenmek ve eğlenmek fena gelmedi. Aralıksız partileme kafalarını fark edince yıllık partileme hakkımı İran’da doldurduğumu düşündüm. Baskıcı bir toplumun sonuçlarından olsa gerek. Her şeyi maksimum seviyede yapıyorlar.

Türkiye’de yaptığımız her şeyi İran’da da yapmak kendimi hiç şeriat ülkesinde hissettirmiyordu. Ta ki alkollü diye, sokakta arkadaşımın polisler tarafından arabaya alınmasına kadar. Başka bir evde partilerken arkadaşım başka bir kadın arkadaşını taksiye bindirmek için onunla dışarı çıktı. O sırada polisler gelmiş ve bunun alkollü olduğunu anlamış. Bir şekilde kadın arkadaşı göndermiş ve kendini aldırmış. Bunu araca alıp, sokaklarda dolaştırmaya başlamışlar. O sırada ben de evde, niye gelmedi diye dertlenmeye başladım çünkü üzerinden bayağı zaman geçmişti. Aracın içinde hangi evdeydin, niye sarhoşsun gibi sorular sormaya başlamışlar. Bu da teyzemdeydim şeklinde farklı cevaplar vermiş. Sonra “Yılbaşı yaklaşıyor size yılbaşı hediyesi versem nasıl olur” diye sormuş. “Bize rüşvet mi veriyorsun şimdi sen?” demişler. “Hayır, yılbaşı geliyor. Yılbaşı hediyesi vermek istiyorum” demiş. Ne yazık ki cebinde de sadece 500 bin tuman varmış. Çıkarmış ve uzatmış. “Bu çok az” demişler. “Cüzdanım yanımda değil, geri dönersek daha çok verebilirim” diye umudunu kesmişken o an ne olduysa tamam deyip, parayı da alıp, bunu salmışlar. F. eve geldiğinde dehşet haldeydi. Üzerinde yeterli parası olmadığı için içeri alınacağını düşünmüş. “En kötü iki gün nezarethanede geçirebilirdim” dedi.

İnsanlar istedikleri her şeyi yapıyorlar. Şeriat kanunları da olsa bunu yasaklayamıyorlar. Baskıdan, yasaktan dolayı aksine daha yüksek seviyede, ekstrem yapıyorlar. Yeni gelen polisler de yaş itibari ile daha açık görüşlü olabiliyor. Bu yüzden eskisi kadar zorba değiller ama bu sistemi kendi lehlerine çevirmişler. Her bir sorunu rüşvetle halledebiliyorsun. Bundan dolayı insanlar bir nebze olsun daha rahatlar. Benim dikkatimi çeken bir diğer konu da gittiğim ev partilerinde ses sorununun olmamasıydı. Evet, muhitler buna uygun yerlerdi ama yine dışarıdan bangır bangır sesi duyabiliyordunuz. Nasıl olabiliyor bu diye sorduğumda polise para verdin mi sorun kalmıyor diyorlardı.

İran ile ilgili en çok merak edilenlerden biri de alkol konusu. Şeriat kanunlarına göre ülkede alkol yasak. Turist olsanız bile dışarıdan alkol getirmeniz başınıza dert açabilir. Bu riske girmenize gerek yok çünkü bir ülke, şeriat da olsa hiçbir şeyi yasaklayamaz. İran sınırlarına girdikten sonra alkol bulabiliyorsunuz. Aragh sagi dedikleri rakıya benzer ev yapımı alkolleri var. Elma suyu ile karıştırınca viski tadına benziyor. Ayrıca evde bira yapanlar da olabiliyor. Bunun dışında Rus votkası, konyak evlerde diğer karşılaştığım alkollerdi. Yani İran’da istediğiniz her şeyi bulabiliyorsunuz.

Tahran, İran

Şehir her yerde şehir…

İki günlük “Welcome home” partisi ardından “Artık şehre inmek istiyorum. Bir şeyler görmek istiyorum” dedim. Arkadaşlardan biri “İran burası, her şey burada oluyor” dedi gülerek. Her şey yer altında, kapalı kapılar ardında oluyordu yani. Festivallerden tanıdığım İranlı bir arkadaşım da “Stay in underground” demişti. Yer altının daha güvenli olduğunu söylüyordu. Tabii sonuçta burada bir turisttim ve her şeyi merak ediyordum.

İki günlük partilemeden sonra Tahran merkeze inmiştik. Her büyük şehir gibi burası da kaosa sahipti. Kafa şişiren trafik, dükkânlar ve şehir insanları… Çöl iklimi, şehir binalarının tarzlarını da etkilemiş sanırım. Toprak tonları her şey. Mimarileri güzel. Ben keyifle binalarını inceledim. Gündelik kullandıkları camileri bile detaylı işlenmiş ve rengârenk. Down town dedikleri yere gelmiştik. İran’ın en eski caddelerinin olduğu alan.

Burada bir müzik dükkânına uğradık. Eğer bir şehir ile ilgili güzel şeyler öğrenmek ve biraz sohbet etmek istiyorsanız müzik aletlerini gördüğünüz noktaya doğru gidin. Etnik çalgıların sesi eşliğinde bu müzik cennetinin tadını çıkartıyordum. Yarım kata merdivenle çıkıp, ince bir jointin son dumanına ortak oldum. Bir duman ikramının ardından tek başıma caddede yürümeye başladım. Çok kalabalıktı. Hoşuma giden şeyleri fotoğraflıyordum. Biraz ilerledikten sonra güzel bir bina gördüm ve fotoğrafladım. Yürümeye devam ederken biri arkamı işaret ederek, bir şeyi gösteriyordu. Döndüm ki polis bana yetişmeye çalışıyor. Yine yasaklı bir binayı çekmişim. Yarım İngilizcesi ile anlatmaya çalışıyordu. Ben de çektiğim fotoğrafı gösterdim ve “Bakın siliyorum, bilmiyordum (ki bilmiyordum da tabela öteki tarafta duruyormuş)” ifadesi ile siliyormuş gibi yapıp silmedim. Bunun ardından çok da uzaklaşmadan müzik dükkânına arkadaşlarımın yanına geri döndüm. Vardığımda tambur ile müzik yapıyorlardı. Elimde çay, Tahran’da bir müzik dükkânında oturuyordum ve çok güzeldim.

Öğrencileri tambur ustasına, dersten önce sigara içmek istediklerini söylemiş. İzin vermediğini çünkü bu sefer kafalarının güzelliğinden derste öğrendiklerini unuttuklarını söyledi. İki saat boyunca burada sohbet edip, müzik dinledim. Çok keyifliydi!

Şehirlerle ilgili birkaç bir şey daha söylemek istiyorum. Tahran Dünyanın en kötü trafiğine sahip olabilir. Hemen hemen her saatte, trafiğe girdim. Abartmıyorum, her daim trafik vardı. Petrol ucuz olduğu için araba almak Türkiye’deki kadar zor değil. Ayrıca toplu taşıma sistemi çok kötü. Haliyle insanlar taksilere ve özel araçlara yöneliyor. Çoğunluğu çok kötü araba kullanıyor. Yayası da şoförü de çok dikkatsiz. Kim son anda hamle yaparsa yırtıyorsunuz gibi bir durum var. Bu yüzden şehirleri hiçbir zaman sevemeyeceğim. Kalabalık, trafik dolu ve agresif…

İlgincime giden bir başka şey de şu olmuştu. Türkiye’de kırmızı ışıkta beklerken cam silmek için insanlar arabanıza üşüşür ya aynısı orada da var ama span dedikleri bir grup da var. Dilenci diyorlar bunlara. Ellerinde ilginç bir şeyle duman yayarak geziyorlar. Arabalara yaklaşıp onu kutsuyorlar. Karşılığında isteyen para veriyor.

“Happy Yalda”

Gittiğim ilk iki gün aralıksız partileyince “Eee, şeriat iyiymiş” diye espri yaptım. Baskı ve yasaklardan dolayı insanların geneli, bir şey yaparken en yüksek seviyede gerçekleştiriyor. Konu parti olunca da dibine kadar eğleniyorlar. En ufak bir şey bile eğlenmek için bir neden olabilir. Noel’i bile kutluyorlar. Bunu sadece İran psy ailesi için demiyorum, sıradan aileler bile özel günlerde evlerde toplanıp, içiyor, dans ediyor, kendince eğleniyor. İran psy ailesi ise nasıl eğlenmesi gerektiğini çok iyi biliyor. Müziği ve dans etmeyi seviyor.

Yılbaşını ise hicri takvime göre kutluyorlar. Bir ay boyunca hemen hemen her gün partileyip yılbaşında evde oturdum mesela. 21 Aralık’ı en uzun gece olması nedeniyle kutluyorlar. Bu vesile ile “Happy Yalda” hayatıma girmiş oldu. Pek de güzel oldu. Yalda Gecesi (شب یلدا / Shab-e Yalda), kış gün dönümü kutlamasını temsil ediyor. O gece aileler bir araya geliyor. Yeniliyor, içiliyor. Hasret gideriliyor, sohbet ediliyor, dans ediliyor. Bu özel gün için her şey özel hazırlanıyor, süsleniyor. Gecenin sonuna doğru evin yaşlısı Hâfız-ı Şirâzî’den şiirler okuyor. Hâfız, İranlılar için çok önemli bir isim. Evdeki herkes, gözlerini kapatarak ve dileğini dileyerek sırayla rastgele bir sayfa seçiyor. Evin yaşlısı da bu seçilen sayfayı okuyor. Şansına çıkan sayfa dileği ile ilgili mesajlar veriyor. Çok özel bir geceydi benim için de. Çok güzel bir gelenek.

“İran’ın kendisi tehlikeli”

Petrolün dolardan ucuz olduğu İran, bol bulunca birçok şeyi petrol ile ateşe veriyordu. Petrol bolluğu bu kadar varken yine de halkın çoğunluğu fakir. Kaldığım evde soba ya da şömine ile ısınıyorlar. Sobaya petrol pompalanıyor. Tek seferde kokladığım petrole ömrüm boyunca maruz kalmamıştım. Sobanın bir ay boyunca patlamasını bekledim. Alışık olmadığım için bana tehlikeli geldi. “Ya bu çok tehlikeli bir şey” dedim arkadaşlara. “İran’ın kendisi tehlikeli” diye gülümseyerek cevap verdiler. Yine de İran’da beni en çok korkutan şey bu sobaydı.

Parastoo, isminin anlamı Martı. Kendi çizdiği çalışmasını bana hatıra olarak dövme yaptı. Çok yetenekli. İran’daki en yakın arkadaşım o ve sevgilisiydi.

Çok tatlı insanlarla tanıştım. Dünyanın her yerinde iyiler de var kötüler de. Yaşanılan coğrafya, tarih, birçok şey toplumun psikolojisini, kişiliğini etkiliyor sanırım. Bölgeden bölgeye de insanlar değişiyor. Tahran biraz daha rahat yaşam alanlarından biri. Güney’e indikçe katılaşma daha da artıyor. İranlılar çok konuşuyor. Bu kadar ne konuşuyorlar bilmiyorum. Karşılaştığım insanların çoğu pek iyi İngilizce bilmiyorlardı. Haliyle Farsça konuşmalarını dinledim. Başlarda değişik geliyordu ama belli zamandan sonra sıkıcı olmaya başladı. Benzer kelimelerimiz çok var çünkü Türkçede Farsçadan alınmış çok kelime var.

“Siz İranlılar çok konuşuyorsunuz” dedim.
“Kafamız güzel çünkü.”
“Genel olarak diyorum.”
“Genel olarak kafamız hep güzel.”
“Doğru, hiçbir şey olmasa her taraf petrol kokuyor.”

Ayrıca İranlılar çok yetenekli. İran sinemasını uzun zamandır severek izliyordum. Bununla birlikte resimde, müzikte de çok iyi olduklarını gördüm. Festivallerde dinlediğim birçok dj’yi ev partilerinde tekrar dinleme şansım oldu. Birçoğu erbane gibi geleneksel aletlere de ilgili. Evlerinin bir odasını atölye yaparak eğitimler, çalışmalar yapan güzel insanlar da tanıdım. Bunlardan biri de Tala, İran’da tanıştığım arkadaşımın ablası. Kısa bir süre için evine uğradığımda Tala ile tanıştım. O sırada öğrencisine ders veriyordu. Oturduğum koltuğun üzerindeki gaz maskeli dev tabloyu görünce ise aklıma Gezi Parkı eylemleri geldi. Bende çağrıştırdığı ilk duygu kesinlikle buydu.

Bir sonraki yazımda Kralın Evi’nde ziyaret ettiğim bir ressamdan bahsedeceğim. Binalardan birini bu ressama ayırmışlar. Hayran kaldım her bir çalışmasına.

Gittiğim ilk günlerde F.’in didgeridoo provası vardı. Shahid Beheshti Üniversitesi’nin konferans salonunda performans sergilediler. Bu vesile ile provalarında onları dinleme ve burayı görme şansım oldu. Kalabalık bir ekiplerdi, gösteri için dansçı birkaç kişi de vardı. Ama izleyiciler daha çok devlet insanları olacağı için F.’e dövmelerinin gözükmediği uzun kollu bir şey giymesini söylediler. Üniversite ise bana daha tutucu geldi. Salona girdiğimizde, herhangi bir koltuğa oturup, bir yandan onları izledim bir yandan da ücretsiz wifi imkânını kullandım. Fakat içerisi çok sıcaktı. Bol bir hırkam olmasına rağmen üzerimdeki montu çıkarmamı söylediler. Üniversite görevlileri sorun yapabilirmiş. İnsan üniversite gibi bir yerin daha özgürlükçü ve rahat olmasını beklerken böyle bir şeyle karşılaşmasına üzülüyor.

İran benim için ilginç bir deneyimdi. Kültürüne ve insanlarına karşı tarif edemediğim güzel ve değişik duygular besliyorum. Gitmeden önce de böyle hissediyorum, gittikten sonra daha da arttı. Eğer şeriat olmasaydı bence kimse bu ülkeyi tutamazdı.

Devamı sonraki yazıda…

  1.  Zaten çok fazla yurtdışı deneyimim yok. Bir önceki yolculum Gambiya ve Senegal’eydi. İş ile alakalı gittiğim için 5 kişilik bir grupla gitmiştim. O seyahatimin detaylarını incelemek isterseniz Gambiya ve Senegal yazılarım için üzerini tıklayınız.

Fotoğraflar: Yeşim Özbirinci (Her hakkı saklıdır. Bu internet sitesindeki içerikler izinsiz kopyalanamaz; internet, yazılı ve görsel basın dahil hiçbir mecrada kullanılamaz.)