Bukowski’den 9-5 mesaisinden vazgeçiş üzerine

Amerika’nın en büyük yazarlarından biri olmadan önce Charles Bukowski, tekdüze yaşamından yazarak kurtulabileceğini düşleyen, yüzü akne yaralarıyla kaplı, alkolik bir mavi yakalıydı. Edebiyat klişelerinin üzerilerine pisleyip yazı diline samimiyeti getirmeden önce, Bukowski Amerikan Posta Servisi’nde (U.S. Postal Service) çalışıyordu. Ondan önce de, bir turşu fabrikasındaydı. Ta 1969’da, 49 yaşındayken, yayımcı John Martin ona yaşamının kalanı boyunca her ay için 100 dolarlık bir ödeme teklifi yaptığında gündüz işini bırakıp tam zamanlı bir yazar olabildi. Şöyle yazacaktı: “İki seçeneğim vardı: Ya postanede kalıp çıldıracak ya da yazarcılık oynayıp açlıktan kıvranacaktım… Açlığı seçtim.” Bukowski, ilk kitabını Martin’ın şirketinden yayımladı. Ardından altı roman ve binlerce şiir geldi… 9-5 mesaisinden vazgeçişinin ona hissettirdiklerini, 17 yıl sonra, aşağıdaki mektupta Martin’e yazdı.
8 Aralık 1986
Merhaba John:
Güzel mektubun için teşekkürler. Bazen, nereden geldiğini hatırladığın zaman, acı verdiğini sanmıyorum. Geldiğim yerleri biliyorsun. Hakkında yazan ya da filmler çeken insanlar bile, oraları olduğu gibi aktaramazlar. Onlar 9-5 derler, oysa asla 9-5 değildir. O tip yerlerde serbestçe öğle yemeği yiyebileceğin bir molan bile yoktur. Aslında, işvyerinde kalmaya devam edebilmek için öğle yemeğinden de vazgeçersin. MESAİ vardır ama hiçbir zaman kayıt altına alınmaz ve bu konuda şikâyet edecek olursan anında bir başka lavuk yerini alır.
Şu eski lafımı bilirsin: “Kölelik hiç kaldırılmadı. Sadece bütün renkleri kapsayacak şekilde genişletildi.”
Ve insanın canını yakan, sırf alternatifi daha beter olur diye korkusundan, işini kaybetmemek için savaşanlardaki giderek azalan insaniyet. İnsanlar, basitçe bomboş. Korkak, itaatkâr zihinli yığınlar… Gözlerinde fer kalmamış, sesleri çirkinleşmiş. Saçları. Tırnakları. Ayakkabıları. Yaptıkları her şey…
Genç bir adamken, insanların hayatlarını bu şekilde harcayışlarına inanamazdım. Yaşlandım ve hâlâ inanamıyorum. Bunu ne için yapıyorlar? Seks? TV? Bir otomobil ve aylık gelir? Çocukları? Onların yaptıklarının aynılarını tekrarlayacak olan çocukları?
O zamanlar, daha pek genç ve işten işe sektiğim zamanlarımda, bazen iş arkadaşlarımla konuşacak kadar aptaldım: “Hey, patron her an buraya gelip çat diye bizi işten çıkarabilir. Bunun farkında değil misiniz?”
Öylece bana bakarlardı. Kafalarına sokmaya hiç niyetli olmadıkları bir soru atmış olurdum orta yere.
Bugün sanayide büyük ölçekli işten çıkarmalar yaşanıyor, (çelik fabrikaları ölümü, işyerlerinde yaşanan teknik değişimler). Yüzlerce, binlercesi işten çıkarılıyor ve sersemlemiş durumdalar:
“35 yılımı verdim…”
“Bu adil değil…”
“Ne yapmalı bilmiyorum…”
Kölelere özgürleşebilecekleri miktarı değil, ancak hayatta kalıp ertesi gün işe gelmelerine yetecek kadarını öderler. Bunu görebiliyordum. Onlar neden göremiyordu? Parklarda yatmak ya da barlarda sürtmenin de en az bu koşullar kadar iyi olacağını seziyordum. Neden onlar beni postalamadan önce, oralara ben gitmiyordum? Neden bekleyeydim?
Tüm bunlardan ancak tiksintiyle bahsedebiliyorum, bu boktan sıyrılmak büyük ferahlamaydı benim için. Şimdiyse, “profesyonel yazar” dedikleri şeyim, 50 yılımı heba ettikten sonra fark ettim ki, “sistemin” dışında da başka tiksinçlikler mevcut.
Aydınlatma teçhizatı satan bir firmada paketçi olarak çalıştığım günleri hatırlıyorum: Bir keresinde paketçilerden biri aniden, “Asla özgür olamayacağım!” demişti.
O sırada oradan geçen patronlardan biri, (adı Morrie’ydi) elemanın ömür boyu kafeslendiği gerçeğini fark etmenin keyifle kıkırdayarak sırıtmıştı.
Evet, nihayetinde o ortamlardan kurtuluşum bir şanstı, bunun ne kadar sürdüğünün önemi olmaksızın bu bana keyif veriyor; bir mucizenin kıyak hoşnutluğu… Yaşlı bir zihin ve bedenden yazdığımı biliyorum, birçoğunun bunu yapmaya devam etmek isteyeceği zamanın da çok ötesinden, fakat geç başladığım için yazmayı kendime borçluyum ve sendeleyen kelimeleri ite kaka sürüklediğim ve artık kitap ayraçlarını mavi kuşlara çevirmeyi başaramadığım zamanlarda bile, içimde hatırlanmaya değer bir şeylerin kaldığını hissediyorum (onlardan ne kadar uzakta olduğum fark etmeksizin), didişmelerden, karambollerden ve cinayetlerden nasıl sıyrıldığım gibi; en azından bolluk içinde bir ölüm için…
Tamamı ziyan edilmemiş bir yaşam da kayda değer bir başarı gibi görünüyor; umarım benimki de böyledir.
adamın,
Hank.
Kaynak: The Plaid Zebra