Anarko-primitivizm üzerine aforizmalar

Rousseau, Saint Germaine’deki bir haftalık yolculuğunda insanlığın tarihini adamakıllı izlemiş ve insanların küçük yalanlarına el koymuştu. Modern insanı uygarlık öncesi doğa insanıyla karşılaştırıp insanın sözde yetkinleşmesi ve olgunlaşmasının içinde sefaletinin asıl kaynağını göstermeye çalışmıştı.
Çağlar geçtikçe insanların doğal durumdan uzaklaştığını ve eşitsizliğin ortaya çıktığını görmüştü. Bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip “Bu benimdir!” diyebilen ilk insanı uygar toplumun kurucusu saymış ve eşitsizliğin kaynağını da özel mülkiyetin başlangıcında bulmuştu. Rousseau’nun bu sözleri modern tekno-endüstriyel çağa ulaştı. Bugünkü teknoloji ve tahakküm karşıtı görüşlere ilham verdi. Psy-trance hareketinin düşünsel geri planında izlerine rastlanabilecek neo-tribalizm ve anarko-primitivizmin ilk kıvılcımları oldu.
Anarko-primitivizm, endüstri öncesi toplumun da gerisine giderek tarım öncesi avcı-toplayıcı yaşama büyük bir özlem duyar. Doğal yaşama büyük değer veren bu yeşil anarşist tavır insanları doğal yaşama yabancılaştıran teknoloji ve ilerlemeyi karşısına alır. Avcı-toplayıcı dönemin tüm tahakküm biçimlerinden uzakta olduğundan insanlığın en mutlu ve verimli çağı olduğunu savunur. Neolitik devrimle birlikte insanlığın karşısında mülkiyet, şehirleşme, din, dil, sayı ve zaman, üretim ve sembolik kültür tahakkümün en sert biçimlerine dönüşmüş ve ilerleme yolundaki her adım insanı doğal yaşamından biraz daha koparmıştır.
Anarko-Primitivizmin ilerleme karşıtı düşüncesi esasında Frankfurt Okulu Marksistleri tarafından kuramsallaştırıldı. Adorno, Horkheimer ve Marceuse, Aydınlanmanın negatif diyalektiğini tartıştılar. Onlara göre avcı-toplayıcı dönemdeki ilk teknolojik buluşlardan başlayarak yirminci yüzyıla kadar aydınlanma yolunda atılan her adım beraberinde tahakkümün yeni biçimlerini getirmişti. En başından beri amacı insanlığı mitin irrasyonel boyunduruğundan kurtarıp efendi konumuna yükseltmek olan aydınlanma nasıl olmuş da iki büyük dünya savaşının yaşandığı yüzyılda en parlak çağını yaşamıştı? Modern silahların yarattığı kıyım aydınlanmanın cisimleştiği teknolojinin ürünü değil miydi? Fabrika çarkları arasında ezilip yontulan zihniyetler, kendine ve toplumuna yabancılaştırılan “modern” insanlar, kalabalık, gürültülü, pis ve gergin şehirler aydınlanmanın doğaya karşı zaferinin diyeti değil miydi? O halde bir diktatörün insanlara yaklaşım biçimi gibi aydınlanmanın sözcüsü bilim insanı da doğaya egemen olmak için onu istediği biçimde ele aldı, yaptı, bozdu ve sonunda şeyleştirdi. Buna insan da dahil elbette.
Yaşamak için çalışmak ve üretmek zorunda olan insan, bu döngünün boyunduruğundan bir nebze kurtulabildiği “eğlence” anlarında bile yine tekno-endüstriyel sistemin ürettiği kültür metalarıyla eğlenmedi mi? Oysa uygarlık öncesi toplumda zaman algısı üretime göre şekillendirilip insanlara dayatılmamıştı. İstediğimizi yiyip istediğimizi içebiliyorduk. İstediğimiz zaman uyuyup, dinleniyor ve sevişebiliyorduk. Şaşırmamak gerekir ki tarihimizin milyonlarca yılını böyle geçirdik. O zaman, zamanın olmadığı dönemdeki kökenlerimizden kopuşumuz; yerleşik hayata geçip üretici konumuna sözde yükselişimiz aslında kendi kökümüzden kopuşumuz oldu. Aydınlanma, insanı batıldan, mitten ve söylenceden kurtarma antiteziyle yola çıksa da bu diyalektik bağın diğer aşamalarını tamamlayamadı hatta kendisini de çürüterek negatif bir diyalektiğe vardı. Bizleri de modern toplum yaşamının kaosuna terk etti.
Bugün neo-tribalizm, hakim kültürden kendini ayıran kolektif bir düşünce ve yaşam biçimini örnekliyor. Özünde fiziksel ve manevi tüm tahakkümlere karşıt olan bu görüşün izlerini psytrance etkinliklerinde sürmek mümkün. Yeşil anarşi, doğaya dönüş, kolektif hareket ve iş ve düşünmeye hatta ben ötesi ve biliş ötesi kaynaşmaya, bir olmaya duyulan istek ve çok daha önceki yaşamımıza duyulan özlem, aslında kimilerine göre ilkel olduğumuz çağların otoritelerden ve tahakkümlerden uzaktaki günlerini modern dünyada canlandırmak üzere bir çaba… Neo-tribalizm, anarko-primitivizmin somutlaştığı tek düşünce ve yaşayış biçimi. Fakat Aydınlanmanın karşısında nasıl duracağı şüpheli. Zaten her ikisi de şimdiden alt kültür etiketiyle sosyolojik damgayı yemiş durumda. Egemen kültürün karşısında ne kadar uzun ömürlü olacakları tartışılır. Fakat modern dünyada anarko-primitivizmin başarıları görmezden gelinmemeli. Tıpkı 1913’ün modern Paris sosyetesinde Bahar Ayini ile şok etkisi yaratan Stravinsky’nin primitivizminde olduğu gibi Picasso da modern toplumun, aydınlanmış sanat ve düşünce biçiminin maskesini ilkel (?) Afrika masklarıyla düşürmüştü. Yüzyılların akademik sanatı karşısında bu gibi primitivist sanatçıların hamleleri büyük başarı sağlamıştı. Tıpkı psy-kültürün modern tekno-endüstriyel yaşam ve tepeden bütünleştirilmiş endüstriyel kültür karşısında gelişip yaygınlaşarak kazandığı başarı gibi…
Sevgiyle…